29 Mayıs 2009 Cuma

Peynirci Baba


Yukarıda gördüğünüz forma reklamının hikayesi epey ilginç. Türkiye'nin kişi başına düşen milli gelirde en zengin ili olan, fabrika bacalarından 24 saat duman tüten sanayi şehri Kocaeli'de, şehrin takımı Kocaelispor forma reklamı bulamamıştı bir dönem. Takımın oyuncularından Murat Hacıoğlu ise Şampiyon Kokoreç'in ortaklarından birisi. Takımının forma reklamı olmadan oynamasına gönlü razı olmamış ve diğer ortaklara bahsetmiş mevzuyu. Onay gelince bu reklamla çıktı maça Kocelispor. Ancak daha sonra yine reklam veren çıkmadı ve bir kaç şubesi olan ufak bir şarküteri Trabzonspor maçı ile birlikte formadaki yerini aldı. Kocaelispor'un bu sefer ki forma reklamı ''Peynirci Baba'' idi.

Aslında yukarıdaki resim üstüne fazla yorum yapmaya gerek yok. Hemen üstteki pankart olayı özetliyor.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Haneke


Bu sene Cannes'da en iyi film için müthiş filmler ve usta yönetmenler kapışıyordu. Lars Von Trier, Quentin Tarantino, Ken Loach, Ang Lee, Gaspar Noe, Pedro Almodovar, Chan-Wook Park ve daha niceleri. Ancak en iyi film ödülünü kucaklamak Michael Haneke'ye düştü. Filmi henüz izleyemedim ama usta yapmışsa kesin iyidir. En iyi yönetmen ödülünü ise bunca ustanın arasında Filipinli 49 yaşındaki yönetmen Brillante Mendoza aldı. Festival bitti bize izlenecek epey film bıraktı. Bilhassa Tarantino'nun son filmi Inglorious Basterds'a kavuşabildik. Ancak maalesef ülkemiz sinemalarında bu filmlerin çoğunu seyretme imkanı bulamayacağız. Onlar 3. sınıf Hollywood filmi ve 5. sınıf Türk filmi dayatmaya devam etsin bakalım. İyi ki varsın Torrent...

Altın Palmiye;

Das weiße Band - Michael Haneke

Jüri Büyük Ödülü;

Un Prophète - Jacques Audiard

En İyi Yönetmen Ödülü;


Brillante Mendoza - Kinatay

En iyi Senaryo Ödülü

Nuits D'ivresse Printaniere - Yazan: Feng Mei, Yönetmen: Lou Yee


Jüri Ödülü;

Fish Tank - Andrea Arnold
Bak-Jwi - Park Chan-Wook

En İyi Kadın Oyuncu;


Charlotte Gainsbourg, “Antichrist”

En İyi Erkek Oyuncu;


Christoph Waltz, “Inglorious Basterds”

Christian Benitez


Ekvador ulusal takımı 2006 Dünya kupasında büyük sükse yaparken yeni yeni yıldızlarını da Dünya piyasasına sunuyordu. Bunlardan biri de Christian Benitez'di. Benitez, Nacional'deki iyi oyunuyla dikkatleri üzerine çekmiş ve Meksika'nın Santos Laguna kulübü tarafından transfer edilmişti. Meksika'ya ayak bastığında henüz 21 yaşındaydı ama onun ilerleyişi epey hızlı oldu. Santos'un 2008 Clasura şampiyonluğunda forvetteki arkadaşı Matias Vuoso ve takımın 10 numarası Daniel Luduena ile birlikte büyük katkı sahibiydi. Zaten 2008 Clasura'nın en değerli oyuncusu Benitez olmuştu. Artık 23 yaşında ve Avrupa için hazır hale geldi. Kısa boylu olmasına rağmen iyi zıpladığı ve iyi pozisyon aldığı için hava toplarında da fena bir oyuncu değil. Ancak bire birde müthiş hızlı ve teknik. Topu aldığı zaman çok hızlı bir şekilde kaleye yönelebiliyor. Santos'ta oynadığı 58 maçta 31 golü var. Ekvador ulusal takımı ile ise 17 maçta 10 gole sahip. Benitez'i yaklaşık olarak 3 yıldır takip ediyorum ve umarım Galatasaray yönetimi de şu oyuncuyu daha fazla sivrilmeden görür.

24 Mayıs 2009 Pazar

Anderson Varejao


Dünya üzerinde bir anlık sinirden değil de yürekten gelerek saydırdığım tek sporcudur şu yukarıda gördüğünüz basketbolcu. Evet Anderson Varejao'yu seven birisine rastlamadım henüz, belki bir Brezilyalı görürsem istatistik değişir. Ancak onun çirkef oyunu asla değişmez.

Kendisi ile ilk tanışmamız 2002 Dünya Basketbol şampiyonasında, İndiana'da oldu. Türkiye maçında yaptığı çirkeflikleri toplasak Brezilya'ya kadar yol olurdu. Bir de o yetmedi maçı son saniye üçlüğü ile kazandılar ve iyice uyuz oldum ben bu adama. Ama 2006'da Japonya'da ki Dünya şampiyonasında bunları bir güzel yenerek öcümüzü almıştık. Zaten o turnuvada tek beklentim bu şaklabanları yenmekti. Ancak Varejao kardeşimiz o maçta da formundan hiçbir şey kaybetmediğini bize göstermişti yine. Form dediysem oynadığı oyundan değil, rakip sakatlama, hakemi kandırma, kendini yerlerden yere savurma filan yani...Bize yaptığı çirkeflikleri yeterli bulmamış olacak ki Yunan oyuncu Zisis'in burnunu murnunu, elmacık kemiğini hatta komple kafatasını kırmaya yeltendi. Ancak Zisis az hasarla!! atlattı durumu; burunda 3 kırık.

Dün gece oynanan Cleveeland-Orlando doğu finali 2. maçında yine kendini gösterdi bu şahıs. Zaten Cleveland'dan yeteri kadar nefret ederken bu vatandaş yüzünden iyice kıl kaptığım takım oldu. Kendini yere atmaları ve her pozisyona itiraz edişi yetmezmiş gibi bütün takıma da yaymış abimiz bu tavırları. Ancak bu işin daha 2010 Dünya şampiyonası var Varejaocum, sen daha İstanbul'a geleceksin. Seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım. Seneye görüşmek üzere.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Galatasaray'ı bekleyen tehlike

2008-2009 sezonuna başlarken hedefleri çoktu Galatasaray'ın. Zaten şampiyonluğa ulaşan kadro güçlüyken üstüne birde süper yıldız Kewell alınınca herkes takımın en azından geçen yıl Fenerbahçe'nin başarısına ulaşacağı beklentisine girmişti. Pek haksız da sayılmazdı beklentiler. Zira kadro olarak son yılların en önemli kadrolarından biri oluşturulmuştu. Ancak Euro 2008 yerli oyuncuları çok hırpalamış ve yormuştu. Ağustos'un ortasında daha takım tam hazır değil, trransferler de bitmemişti. Öyle ki kaleci De sanctis ve Milan Baros çok kritik Steaua Bükreş maçında sahada değillerdi.

Bu yıl ise henüz yazılıp çizilmeyen bir durum mevcut. Galatasaray ligi 4. bitirirse yeni kurulacak olan Avrupa ligine 2. ön elemeden katılacak. Yani geçen sezon Ağustos'un ortasında hazır olmayan bir Galatasaray varken bu yıl ilk Avrupa macerasına Temmuz'un ortasında çıkacak takım. Oyuncuların dinlenmesi, yeni transferlerin takıma katılması ve büyük ihtimalle de yeni hocanın takıma katılıp tanıması için çok az bir süre kaldı yani. Her ne kadar 2. ön elemedeki rakipler çok zorlu olmayacak olsa da sezon ilerledikçe bu erken başlayış takımı olumsuz yönde etkileyebilir. Umarım yöneticiler geçen yıl elendikten sonra sahaya çıkabilen De Sanctis ve Baros olaylarından derslerini almışlardır.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Kupa Bizim..



11 Ağustos 1999. Ülkemizin büyük bölümünden de gözlenen tam güneş tutulması gerçekleşti. Özel gözlüklerini alanlar sokağa fırladı ama vatandaş daha pratikti, elde eski röntgen filmleri ile bu doğa şovunu gözlemliyorlardı. Akşama ise başka bir şov vardı. Güneş tutulmuş ama Cimbom tutulmamıştı. Viyana deplasmanından 3-0 ile şampiyonlar ligi vizesini cebine koymuş dönüyordu. Yanında ise senelerce unutulmayacak Hagi, Hagi, Hagi, Hagi, Hagi repliği ile.



Santana ise Supernatural albümü ile rekor üstüne rekor kırıyor. Albümü Dünya üzerinde milyonluk satış rakamlarına ulaşıyordu. Albümden çıkan ilk single olan Rob Thomas düetli Smooth bütün listelere 1 numaradan girmişti. O sırada pop müzikte ise Britney Spears Baby one more time ile hala çıtır vaziyetlerinde arz-ı endam etmekte. Avrupa’da ise Fransız Eiffel 65 gurubu Blue(Da Ba Dee) adlı enteresan eseri ile dillerimize istemesekte pelesenk olmuş vaziyette idi. Bir diğer ilginç adam da Lou Bega adlı damadı. Mambo No:5 adlı eseri ile bize kısa bir Avrupa seyahati yaptıracaktı. Ama biz bu seyahatleri zaten o sırada Galatasaray ile yapmaktaydık. 

Şampiyonlar liginde Milan, Herha Berlin ve Chelsea ile aynı gruba düşen Cimbom iyi başlayamadığı ligde şansın zora sokmuştu. Hertha karşısında Ali Sami Yen’de beraberlikle başladıktan sonra Milan deplasmanında alınan 2-1’lik şanssız mağlubiyet moralleri bozmuştu. Ardından 10 kişi ile Chelsea’ye de 1-0 kaybedince tüm umutlar içeride oynanacak Chelsea maçına kalmıştı. Chelsea karşısında ilk maçta kırmızı kart gören ve cezalı duruma düşen Taffarel’in oynayamayacak olması taraftarlar arasında ve medyada sıkıntı yaratsa da Fatih Terim kendinden emindi. Hocam Taffarel yok ne diyeceksiniz diye soran basın mensuplarına ‘’Kalemize geleceklerini kim söyledi.’’ şeklinde cevaplar veriyordu. Chelsea’li oyuncuları doğum günü olan Fenerbahçeli futbolcu edasıyla yumurta ve unlarla hava alanında karşıladık. Ancak kalemize çok fena gelen Chelsea 5-0’lık farklı galibiyetle sahadan ayrılınca bir anda herkes yıkılmıştı. Ancak daha her şey bitmemiş alınacak 2 galibiyetle Uefa kupasına katılma şansı devam etmekteydi.



Sinema açısından da altın bir yıldı. Fight Club gösterime girmiş Kapitalizmin böğrüne böğrüne vuruyordu. Müzikleri, kurgusu ile müthiş bir uyarlama senaryo olan film ülkemizde de epey yankı uyandırmıştı. Ancak filmi başka yerlerinden anlayan vatandaşlarımız sayesinde yer altında dövüşler artmış, kavga gürültü sokaklarımızdan eksik olmaz hale gelmişti. Tam o sırada The Matrix serisi imdada yetişti ve Fight club sendromundan ülkemizi kurtardı. Nokia 8110, güneş gözlüğü ve deri ceketli adamlar sokaklarda boy göstermeye başalmıştı. ‘’What is the Matrix’’di ulan yani..Paraya doymayan George Lucas da ,Star Wars serisine bitirmek için kolları sıvamış ve serinin 4. ama aslında 1. filmini gösterime sokmuştu. Film görsel bir şölen olmasının yanında hayranlarını biraz hayal kırıklığına uğratsa da hasret gidermesini sağlıyordu.

Galatasaray ise Berlin deplasmanında Hertha karşısına çıkmış ve Uefa umudunu son maça taşımak istiyordu. Ancak ilk yarını sonlarında penaltıdan yenen gol iyice keyifleri kaçırmıştı. İkinci yarı ise rüzgar tersine dönmüş Chelsea maçının öcü Berlin’de çıkarılmıştı. Tugay kollarını açıp zıplaya zıplaya dans ettiğinde tabeleda 4-1 yazmakta ve Galatasaray Uefa kupasında yola devam etmek için Milan’ı beklemekteydi. Milan ise şampiyonlar ligi kupasını alabilir miyiz acaba hesaplarıyla İstanbul yollarına düşmüştü. Afrika aslanı Weah’ın golüyle Milan 1-0 öne geçse de Türkiye aslanının pes etmeye niyeti yoktu ve Capone’nin golüyle durumu 1-1’e getirmişti. Herkes acaba derken daha sonra tanıdık bir isim olacak olan Giunti durumu 2-1 yapıyor ve Milan ‘’ohh çıktık guruptan’’ diyordu. Ali Sami Yen’de son dakikalar yaklaşmış ama skorda değişiklik olmamıştı. Derken Ergün’ün ortasına Hakan şükür kafayı yerleştirmişti ve ilk maçtaki kurtarışlarıyla ‘’Aziz’’ lakabını alan Abbiati bu golü seyrediyordu. Son dakikada ise bu sefer Ümit’in ortaladığı bir topa yükselmek isteyen Hakan çekilmiş hakem penaltı noktasını göstermişti. Ancak bu penaltıya bakmak bile yürek isterken Ümidimizin gelip topu ağlara ‘’Aziz’’i ise bakkala ekmek almaya yollamasıyla, Milan annesinin ligine Galatasaray’ımız ise Uefa kupasına gidiyordu.

Uefa kupasında ilk rakibimiz yine bir İtalyan ekibi Bologna’ydı. (Yendik) Mi Lan ‘ın öcünü almaya ant içmişti İtalyanlar. İlk Maç İtalya’da karlı bir havadaydı. Bizim seyircilerin olduğu bölümdeki karlar temizlenmiş diğer taraftaki karlar duruyordu. Sahaya ve bizim taraftarlara kar topu fırlatıp çocukluğuna dönen Bologna seyircisi takımı golü de atınca artık kardan adam yapmaya başlamıştı. Bologna’nın kadrosunda Pagliuca, Signori, Ventola ve tahmin ettiğim kadarıyla isminden dolayı Ercan Taner’in en sevdiği futbolcu olan Paramatti gibi iyi futbolcular oynamaktaydı. Maç 1-0 Bologna üstünlüğü ile son dakikalara girerken Ümit sağ taraftan bir orta yapmıştı. Ceza sahasına doğru giden topa Bologna savunması da müdahale edememişti. Ancak o savunmanın arasından inanılmaz bir şekilde yükselen Hakan Şükür bir anda fazla yükseldiğini fark etmiş, top gelene kadar Roma’ya gidip bir kahve içip soluklanmış, dönerken de aşk çeşmesine sağ omzunun üzerinden para atmış ve sonra tekrar maça gelip topa kafayı çakarak beraberliği sağlamıştır. O sırada kar topu oynamakla meşgul olan Bologna seyircisi ise ne olduğunu anlamamış o yerden kalkan füze miydi diye içlerinden geçirmişti. 

Rövanş maçına geldiğimizde ise artık büyük bir umutla maça çıkmıştık. Turu geçeceğimizden neredeyse herkes emindi. Maça da iyi başladık, Okan Ercan Taner’in favori oyuncusu Paramatti’den iyi sıyrılmış sağ taraftan içeriye girmişti ve topu Hasan’a çıkardığında ise ‘’Golgolgolgolgol’’ şeklinde hindiye benzer bir sesle gol sevincini yaşar olmuştuk. Ancak fazla zaman geçmeden Ventola’dan yediğimiz gol yine keyifleri kaçırmıştı ki Ümit Davala bir kez daha topu ağlara yollayıp bu iş burada biter dedi. Gerçi son saniyeleri yürekler ağızdaydı ama Bologna’ya geçit vermemiş turu da kapmıştık. 



2000’li yıllar gelmiştik artık. Milenyum geliyor bütün sistemler çökecek kaygısı bir yanda uzaylılar gelecek bizi istila edecek kaygısı diğer yandaydı. Bankaların sistemleri kilitlenecek, bilgisayarlar çalışamaza hale gelecek, komşu komşunun külüne muhtaç hale gelecekti. Ancak beklenen olmadı ve günlar, aylar kaldığı yerde devam etti.

Uefa kupasında bir sonraki rakibimiz B.Dortmund’du. Almanlar kendinden emindi, tek dertleri gurtbetçilere bilet kaptırmamaktı ama stada girdiklerinde deplasman tarafı neresi abi diye birbirlerine sormaya başladılar. Hakan Şükür’ün nefis golüyle zaten az olan Almanları bir güzel susturmuştuk. Ardında Hagi sahneyi çıktı ve Lehmann’ın eline al kardeş şu golün resmini çekiver bir zahmet diyerek fotoğraf makinesini de vererek durumu 2-0 yaptı. Bu golden sonra saha dışında görmek istemediğimiz hareketler olmuş, Fatih hoca Müfit Erkasap’ı ‘’Ben demedim mi olm sana’’ diyerekten kulak memesi kıvamında dövmüştü. Rövanş maçı formaliteydi zaten Ayasofya müzesi, Yere batan sarnıcı, Topkapı, Boğaz manzarası filan Almanların aklında kalan tek şeydi bu maça dair.


2000’li yılların filmleri de bir enteresandı ama mükemmeldi. Amores Perros ile bizi kendine tanıtan İnarratu daha sonra her çektiği filmde aynı başarıyı hemen hemen yakaladı. Memento ise aklımızı allak bullak etmiş, tekrar tekrar seyrettirmiş ama bazılarını en sonunda pes ettirmişti. Requim for a dream ise beynimizden vurulmuşa döndürmüş iyice sersemletmişti bizi. Hollywood cephesinde ise Gladiator seneye damgasını vurmuştu. Başarılı bir senaryo ve yönetimin yanına Russel Crowe’un müthiş oyunculuğu da eklenince ödül üstüne ödül almış, sinema salonların doldurmuştu.


Galatasaray’ın çeyrek finaldeki rakibi ise, bir sene önce Kupa galipleri kupasında final oynamış olan İspanya’nın Real Mallorca ekibiydi. Deplasmana avantajlı bir skor için giden Cimbom ilk yarı istenen oyunu ortaya koyamıyor kalesinde bazı tehlikeler yaşıyordu. Ancak Arif Erdem’in ‘’Yahu bu kaleci önde duruyor 1 saattir, bir aşırtayım ben’’ diyerekten vurduğu top ağlara gidiyor ve Galatasaray ilk yarıyı 1-0 önde kapatıyordu. İkinci yarı Arif’in açtığı kapıdan devam edip aşırta aşırta 4-0’a ulaşıyorduk kupanın favorisi Mallorca karşısında. Tristan şaşırmış, Lauren ne oluyoruz demiş Hakan Şükür’ün golünde tribünde gözüken sakallı amca ise ‘’Ulan aynı golleri yedin durdun, kaleye mi bağlayalım seni’’ diye saydırmakta iken Mallorca’nın şeref golü Lauren’den gelmişti. Mallorca’da aynı Dortmund gibi İstanbul’a gezmeye gelmiş, bol bol resim çektirip geri dönmüştü.


Yarı Finaldeki rakibimiz bu sefer İngiliz Leeds United’dı. Maçtan önce yaşanan üzücü olaylar sebebiyle 2 İngiliz taraftar hayatını kaybetmiş ve maça da böyle bir atmosferde çıkılmıştı. Şu anda biricik Oz büyücümüz olan Harry Kewell o dönemlerde Leeds United forması giymekteydi. Leeds’in o efsane kadrosuna karşı ilk gol CApone’den gelmişti. CApone’nin alışık olduğumuz duran topta attığı gollerden biriydi bu. İkinci gol ise Hakan Şükür’ün enfes kafa vurulunda geldi. ‘’Hiç fark etmez…Hiç fark etmez…Alman, İtalyan, İspanyol, İngiliz hiç farketmez’’ rövanş maçı ise çok daha enteresan olacaktı. Çünkü Uefa tehlikeli olacağından ötürü bizim seyircimizin maça alınmamasını kararlaştırmıştı. Böylece binlerce İngilizin önünde 11 Aslan mücadelesini verecekti. Rövanşta Hagi’nin penaltısıyla bulduğumuz erken gol bizi artık iyice rahatlatmış, ‘’Şimdi onlar düşünsün’’ dedirtmeye başlamıştı. Ancak Eirik Bakke 2-3 sefer denediği şeyi sonunda başarmış ve golü atarak skoru 1-1’e getirmişti. Ancak dakikalar 42’yi gösterdiğinde Hagi’nin enfes çalımı ve pasıyla buluşan Halkan Şükür, rakibin belini kırıp inanılmaz bir gole imzasını atmıştı. ‘’Kim attı kral attı. Hem de Leed’te, Ellend Road’da….Kralın imzası.’’ Ardından birde rakip üstüne 10 kişi kalınca finalde rakibimiz kim olur diye beklemeye başlamıştık. İlginçtir bu maçta kırmızı kart gören isim Harry Kewell’dan başkası değildir. Ancak gereksiz bir kırmızı kartla Galatasaray’da 10 kişi kalıp yine Bakke durumu 2-2 yapınca haifitn endişelenmedik değil. Ancak kalan dakikalarda başka gol olmamış ve Galatasaray adını finale yazdırmıştı


Finalede rakibimiz bir başka İngiliz Arsenal’dı. Maçtan önce hemen hemen herkes Arsenal’ı favori gösteriyor, bahisçiler evi arabayı satıp Arsenal’a basıyordu. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardı; ‘’Galatasaray adının olduğu yerde her zaman umut vardır’’. Leeds united maçında Galatasaray taraftarından öfkesini alamayan ingiliz holiganlar ile bizdeki holiganlar 1. Tivoli meydan savaşına giriyor kazanan süvari birliği çok olan Danimarka kolluk kuvvetleri oluyordu. Maça iyi başlayan cimbom Arsenal’ı boğuyor rahat oyun kurmasını engelliyordu. Daha o zamanlar tüyü bitmemiş yetim olan Thierry Henry maçta fazla pozisyona giremiyordu. Terim’in en sevdiği oyunculardan Overmans maçta Galatasaray kalesini en çok zorlayan isimlerdendi. Ancak ilk yarının sonlarında Arif saç baş yolduracak, kalp krizi geçirtecek, inme indirecek bir pozisyonu harcıyordu. İkinci yarı da ise değişen pek bir şey olmamış karşılıklı ataklar ve pozisyonlarla devam edilmişti. Uzatmaların geleceği çok açıktı ve öyle de oldu. İlk uzatma devresinde bütün Türkiye’nin hep bir ağızdan söylediği bir cümle vardı; ‘’Neden Hagi’’. Ancak tribünlerdeki Galatasaraylıların hep bir ağızdan söylediği Gençlik marşı çok daha etkileyiciydi. ‘’Dağ başını duman almış…’’ bugün nerede duyulsa tüm Galatasaraylıların tüylerini diken diken eden bir marş. Galatasary 10 kişi ile direniyor Arsenal ise maçı uzatmalara götürmeden altın gol ile bitirmek istiyordu. Evet o yıllarda altın gol uygulaması deveredeydi. Yani uzatmalarda gol atıldığı anda maç bitiyor ve golü atan takım galip ilan ediliyordu. Herkes tam bunları içinden geçirirken sağdan gelen bir ortaya arka direkte Henry yükselmiş, defanstan kimse topa ve Henry’e müdahale edememişti. Henry yükselip kafayı vurduğunda Türkiye’deki 60 milyondan 120 göz aynı andan kapanmış ve ne olur gol olmamış olsun diyerek açılmayı beklemekteydi. Öyle ki takım kaptanı Bülent Korkmaz bile maçta bu pozisyon olunca gözlerini yumduğunu daha sonra yapılacak röportajlarda belirtmişti. İngiliz seyirciler gol diye ayağa kalkmış, İngiliz publarında herkes biralar benden diye bağırmaya başlamışken bir çift el, ağlara doğru yönelen topu tokatlarken görülmüş ve topun kale dışına gidişiyle tüm Galatasaraylılar derin bir oh çekmişti. O iki elin sahibi Taffarel’den başkası değildi tabi ki. O eller sadece topa değil kupaya da uzanan ellerdi. Son dakikalarda Korkmaz kaptanda sakatlanmış zaten 10 kişi oynayan takım iyice zor duruma düşmüştü. Ancak Korkmaz’ın oyundan çıkmaya hiç niyeti yoktu. Öyle ya ne rakipleri yenip gelmiş, ne forvetlere aman vermemişti ‘’basit’’ bir omuz çıkmasından mı korkacaktı. Sarın dedi kolumu gerekiyorsa kesin ama ben geri dönüyorum sahaya. Benim yerim çimlerdir yedek kulübesi değil! 

Uzatmalarda bitmiş ve artık herkes heyecan içinde penaltı atışlarını beklemekteydi. Kaleci Taffarel’e güven sonsuzdu, zira daha önce bu kadar kritik başka bir penaltı durumuyla karşı karşıya kalmıştı. 94 Dünya kupasında Baggio’nun karşısında duruyordu Dünya kupasına uzanmak için. Şimdi ise sıra kulüp bazında bir kupa kladırmaktaydı. İlk penaltıyı Ergün yan filelerin tozunu atarak alınca herkese bir rahatlama gelmişti. Ancak Arsenal’da topun başına büyük golcü, 98 Dünya kupasının gol kralı Suker gelmişti. Suker topa vurdu Tafi uzandı yetişemedi ama direğer çarpan top dışarı çıkınca tüm Türkiye bu kupa bizim olacak diye haykırıyordu. 2. penaltılara geçildiğinde topun başına Hakan Şükür geliyordu. Herkes acaba kaçırır mı diye endişe ederken Hakan topu 90’a yolladı. Sıra İngilizlerdeydi. Parlour topa vurduğunda ARsenal tribününden maç boyu sadece 1 sefer yükselecek olan’’Yeaaahhhh’’ sesi geldi. Ancak hala 2-1 öndeydik. Ümit Davala belki bundan çok daha kritik olan Milan maçındaki penaltıyı gole çevirmişti. O maçta ‘’Aziz’’ Abbiati’yi bakkala yollayan Ümit bu sefer de Seaman’ı manava gönderip durumu 3-1 yapıyordu. Arsenal’da ise topun başına Vieira gelmiş ‘’Ulen penaltı görün siz. Kaleciyi bile içeri sokacağım.’’ Diyerekten topa abanmıştı. Ancak top üst direkten içeri dönünce ‘’Offff anam anam offf’’ dediği gözlenmiş, Galatasaray yedek kulübesi ise sahaya dalmamak için kendini zor tutmuştu. Sıra Popescu da idi. Popescu bu penaltıyı atarsa Galatasaray Uefa kupasının şampiyonu olacaktı. Galatasaray Uefa kupası şampiyonu olacaktı. Galatasaray Uefa kupası şampiyonu olacaktı. Evet şampiyon olacaktık. Popescu topun başına geldi, topu dikti ve hakemin işaretini bekledi. ‘’Haydi oğlum, haydi oğlum…’’. ‘’Gooooollll, Goooollll, hahahaha...Kupa bizim, Kupa bizim’’



15 Mayıs 2009 Cuma

Lost


Siyah zemin üstüne beyaz fontla yazılan Lost yazısına alışmıştık. Ancak 5. sezonun sonunda tam tersine beyaz zemin üzerine siyah fontla geldi o meşhur Lost yazısı. Tabi bunun bir nedeni de vardı. 5. sezon finali nefes kesti adeta, şimdiye kadar izlediğimiz en iyi Lost bölümlerinden biriydi. Bölümün son dakikaları kadar ilk dakikaları da müthiş heyecanlı geçti. Jacob'ı gördüğümüz görmek ne kelime yalayıp yuttuğumuz bir bölüm oldu. Bu bölümde bazı olaylar aydınlatıldı. Black Rock'ın adaya gelişini ve heykelin tamamını gördük. Ayrıca son sezon muhtemelen iyi ve kötülerin arasındaki savaş şeklinde geçecek. Geçmiş sezonlarda bahsedilen savaş bu sanırım. Jacob geliyorlar dediğinde bizimkilerin gelişini ve bu savaşın başlayacağını kastetti herhalde.. Her şey iyi güzel de Şubat'a kadar beklenir mi yeni sezon şimdi. Yine günleri geri geri saymaya başladık asker gibi.

Ben size şampiyon olamazsınız demedim...


Yukarıdaki kare 2 gece önce oynanan İspanya kral kupası finalinden. Barcelona Yaya Toure ile beraberlik golünü buluyor ve olanlar oluyor. Yay Toure gol sevincini arkadaşlarıyla kutlamak yerine ilk iş olarak Bilbao tribünlerine gidip ''Ahanda size kolum girsin'' hareketi yapıyor. Bilbao tribünlerini bir anda ateşleyen olay neyse ki fazla uzun sürmeden yatışıyor. Maçın sonlarında 4-1 yenikken bile takımını çılgınca destekleyen Bilbao seyircisi ise maçın güzelliğini oluşturdu. Aynı tablolar Nou Camp veya S.Barnabeu'da olduğu vakit beyaz mendiller sallanıyor nitekim. Barcelona maçı ve kupayı 4-1'lik skorla aldı. Yaya Toure'de bu maçta bir gol attı ve iyi oynadı. Ancak Yaya Toure'ye ve kendini yerlerden yere savuran artistlerin artisti Dani Alves'e de bir lafımız olacak; ''Ben size şampiyon olamazsınız demedim adam olamazsınız dedim.''

14 Mayıs 2009 Perşembe

Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı

Dün akşam İzmir'de oynanan kupa finalinde Beşiktaş Fenerbahçe'yi 4-2 yendi ve kupayı müzesine götürdü. Fenerbahçe'nin kupa hasreti çeyrek yüzyılı geçti artık. Bu maçtan önce epey heveslenmişlerdi ama hevesleri yine kursaklarında kaldı. Beşiktaşlılar da büyük bir ayıp yaptılar aslında. Bir tur verselerdi kupayı Fenerbahçe'ye ve onlar tur atsaydı ölürler miydi sanki. 

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Nereden Nereye

Galatasaray 2 haftalık aradan sonra bugün Ankaragücü'nü 1-0 mağlup etti. Bülent Korkmaz yönetiminde alışık olduğumuz bir sonuçtu bu. Ancak alışık olmadığımız şey Harry Kewell'ın 90+2'de zaman çalmak için oyuna girmesiydi.

Lincoln'ün etkili oyunu ile maça iyi başladı Galatasaray. Lincoln bir penaltı yaptırdı ve Baros'ta bu penaltıyı gole çevirirek Galatasaray'ı öne geçirdi. İkinci yarıda da Kalli'nin büyük keşfi İsmail Bouzid oyundan atılınca Ankaragücü 10 kişi kaldı. Bundan sonra tamam artık rahat maç seyrederiz derken yine son saniyeleri gol yemeyelim diye çeşitli totemler deneyerek geçirdik. Gol attı mı durdulamayan coşan Galatasaray bir kaç ayda nereden nereye geldi hayretler içerisinde seyrediyoruz.

Bu galibiyetle ensemize yapışan Bursapaor'dan bu haftalığına kurtulmuş olduk. Ancak önümüzdeki haftalar her şeye gebe. Zaten Galatasaray taraftarının çoğunun şu sıralarda tek derdinin önündeki rakiplere yetişmek değil arkasındaki Bursaspor'un yetişmemesini dilemek. Bu da sanırım Bülent Korkmaz ve yönetime bazı şeyler için ipucu veriyordur.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Meksika liginde 16. Hafta

Meksika'yı vuran domuz gribi salgını bu hafta tüm maçların seyircisiz oynanmasına sebep oldu. Seyirci olmayınca aslında bol gollü bir hafta olmasına rağmen karşılaşmaların zevki yoktu yine. 

Clasura'nın en formda ekibi Pachuca kendi sahasında Jaguares'i bozguna uğrattı. 5-1 'lik galibiyette goller  Edgar Benitez(2), Mendivil, Caballero, Alvarez'den geldi. Jaguares'in tek sayısı da Bofo'dan. 

America ise aldığı kötü sonuçlardan sonra deplasmanda Monterrey'i 3-2 yenerek moral buldu. Monterrey'in gollerini Aldo De Nigris ve Humberto Suazo atarken America'nın golleri Rodriguez ve Cabanas(2)'tan geldi. Cabanas bu hafta sakatlığını atlattığını yine attığı gollerle gösterdi.

Clasura'nın bir başka flaş ekiplerinden Toluca ise yine haftayı farklı galip kapatanlardan. Kendi sahalarında Tigres'i 4-1 ile geçtiler. Mancilla'nın hat trick yaptığı karşılaşmada diğer Toluca golünü İsrael Lopez kaydetti. Tigres'in tek sayısı bildik bir isimden; Kikin Fonseca.

Santos ise biraz zorlandığı karşılaşmada üst üste bulduğu goller ile 3-1 galip ayrıldı sahadan. San Luis dirensede sahadan mağlup ayrıldı. Santos'un golleri ''Hachita''Luduena, Herrera, Jimenez'den geldi. San Luis tek sayısını Orozco ile buldu. 

Morelia'da bu hafta gollü bir galibiyet aldı 4-2. Miguel Sabah bu hafta da Atlas'a karşı hat trick yaparak toplam gol sayısını 11'e yükseltti ve Cabanas'ı zorlamaya başladı. Son haftada bir hat trick daha çıkarıp geçebilecek mi bakalım. Ancak çok formda olduğu kesin.

Clasura'nın hayal kırıklığı ise şüphesiz Cruz Azul. Geçen yıllara oranla kadroları zayıflasa da bu kadar kötü olmalarını beklemiyordum. Şu anda gruplarında sonuncu olmakla kalmıyorlar ligin de en az puan takımılar. Carrusca transferi ilaç olmadı  anlaşılan.!!!

Son hafta play off'da son biletleri kapmak için müthiş bir mücadele olacak. Bir çok takımın şansı var. Bu hafta çok güzel maçlar izleyeceğimiz kesin o yüzden.

Şampiyon Higgins


2009 Dünya Snooker Şampiyonasının da sonuna geldik. Şampiyonluğu finalde Shaun Murphy'i 18-9 ile dağıtıp geçen John Higgins aldı. Aslında Rocket'in erken elenmesi ile keyfi biraz kaçmıştı ama Higgins bu şampiyonluğu sonuna kadar haketti. Turnuva fena maçlar seyretmedik ama biraz sönük kaldı da diyebiliriz. Turnuva boyunca sadece bir 147 çıktı.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Cim bom koş stat dolmuyor


Kayseri Kadir Has Stadyumu beklenen açılışını Kayserispor ile Fenerbahçe arasında oynanan karşılaşmada yapmıştı. Ancak Kayseri halkının stadyuma gerekli ilgiyi göstermediği söyleniyor bu günlerde. Tabi burada iş yine Galatasaray'a düştü. Olimpiyat stadına özendirmek için seçilen kurban olan Cim bom, şimdi de cezalı olduğu için Kadir Has Stadyumuna sürüldü. Acaba yakında açılacak başka bir stadyum var mı?

2 Mayıs 2009 Cumartesi

1 Mayıs

 

Bugün uzun bir aradan sonra makul!! sayıda bir kitle Taksim meydanındaydı 1 Mayıs kutlamaları için. Yine uzun bir bekleyişten sonra 1 Mayıs resmi tatil ilan edildi. Gerçi biz işçi olarak herhangi bir tatil göremedik ama olsun, 1 Mayıs kutlu olsun.