Diyagonal Pas
27 Ağustos 2017 Pazar
Neden Tudor'u eleştiriyorum?
Öncelikle bu yazıyı Şampiyonlar ligi finali olduğu akşam Survivor izleyenlerin okumasını istemiyorum. Yallah passoliginizle tribünde kendinizi eğlendirmeye.
1998/1999 sezonu Ali Sami Yen'de Gençlerbirliği maçı. Athletic Bilbao maçından tam 3 gün önce. Takımın ve teknik heyetin aklında Bilbao maçı var. 2-0 yeniliyoruz ve bu sezon boyunca aldığımız 2 mağlubiyetten biri. Juventus deplasmanından beraberlik çıkartan Galatasaray için hayati maç Bilbao maçı. Öyle şimdiki gibi ilk 2 takım çıkmıyor. Sadece grup liderleri ve 6 grubun en iyi iki en iyi 2.si üst turda. Yani Bilbao maçını mutlak kazanmak lazım. Maç günü geliyor ve öne geçtiğimiz maçta golün tekrarını izlerken gol yiyip avantajı kaybediyoruz. Dakika 90, ben içimden bunun için mi Gençlerbirliği maçını kaybettik be derken Hagi solda topla buluşuyor...Bundan sonrasını biliyorsunuz.
Galatasaray Uefa'nın 1 numaralı kupasında 1 yarı final(1988/1989), 3 çeyrek final(1993/1994, 2000/2001, 2012/2013)oynamış bir kulüp. Uefa kupasındaki başarıları filan saymıyorum bile. Ali Sami bey'in dediği gibi amacımız Türk olmayan takımları yenmek en önemli felsefemiz. İşin manevi boyutu bir yana maddi olarak da Avrupa kupalarında, bilhassa şampiyonlar liginde mücadele etmek sadece Galatasaray için değil tüm kulüpler için müthiş bir kazanç sağlıyor. Tüm bunları göz ardı ederek Galatasaray'ı yerel başarılara mahkum etmek ve yerel düşünmek bu kulüp felesefesini kavrayamamak demektir.
2016/2017 sezonunun 19.haftasında Galatasaray kendi sahasına Kayserispor'a 2-1 yenildi ve Teknik direktör Jan Olde Riekerink'in görevine son verilerek yerine İgor Tudor getirildi. İgor Tudor göreve başladığında Galatasaray lider Beşiktaş'ın 5 puan, 2. Başakşehir'in 3 puan gerisinde, 4. Fenerbahçe'nin 4 puan önünde ligde 3. sırada yer alıyordu. Tabloyu aşağıya koyuyorum.
34. hafta bittiğinde ise Galatasaray lider Beşiktaş'ın 13 puan, 2. Başakşehir'in 9 puan gerisinde 3. Fenerbahçe ile aynı puanda olmasına rağmen ikili averajda geride olduğu için 4. sırada tamamladı ligi. Lig sonundaki puan durumunu da aşağıya ekliyorum.
Türkiye kupasını da Başakşehir'i finalde penaltılar sonucu yenen Konyaspor alınca Galatasaray'ın Uefa Avrupa ligine 2. ön eleme turunda katılacağı 31 Mayıs 2017 tarihi itibarıyla kesinleşti. Uefa, Tff gibi yanar döner bir kurum olmadığı için yeni sezonda hangi maçın hangi tarihte oynanacağı o tarih itibarıyla belliydi. Yani Galatasaray 13 Temmuz'da ön eleme maçına çıkacaktı. Bu sebeple vay efendim biz hazırlıksız yakalandık, bilmiyorduk bahaneleri boştur. Fenerbahçe'yi eleyen Vardar , Östersunds'un 15 puan önünde lider olan Malmö'yü şampiyonlar ligi ön elemesinde eledi aynı tarihlerde. Vardar'ın da ligi başlamamıştı ve Malmö ligde oynuyordu. Galatasaray, Vardar'dan kötü takım, Östersunds da Malmö'den iyi takım diyorsanız diyecek bir şeyim yok.
İgor Tudor geldiği günden itibaren koşan, önde pres yapan,yüksek tempolu bir takım yaratmak istediğini söylemişti. Burda bir sürpriz yok. Ama esas sürpriz şu ki Galatasaray'ın o kadrosu Tudor'un oyun felsefesini uygulayabilecek bir kadro değildi. Nitekim uygulayamadı da yukarıdaki sıralamadan gördüğünüz üzere. Eğer elinde Selçuk,Tolga, Podolski,Sneijder gibi oyuncular varsa bu oyunu oynayamazsın. Bu oyuncuları koşturarak sonuç almak istersen sonun hüsran olur. Oldu da... Tudor yönetiminde çıktığımız ilk maçta kadromuz; Muslera, Linnes, Chedjou, Semih, Sabri, De Jong, Selçuk, Josue, Yasin, G.Rodrigues ve Podolski idi. Bruma kadroya alınmamıştı ki o konuya birazda değineceğim. Chedjou ve Semih normalde de hataya çok yatkın ve pozisyon kaybeden oyuncular. Bu oyuncuları öne çıkartıp dar alanda, ilerde uygulanacak preste katkı beklemek hayal olur. Ha keza De Jong, Selçuk ve Josue için de aynısı geçerli. Podolski ileri uçta pres yapabilen biroyuncu değil,Bruma-Yasin kanatları da aynı şekilde savunmaya yardım yapabilen oyuncular değil. Hal böyle olunca geçen sene Tudor'un oynatmak istediği futbolu takım oynayamadı. Ancak bu takımın bu oyunu oynayamayacağı belliyken ısrarla oynatmaya çalışmak da garip. Tek bir oyun taktiğiyle hem zaman hem puan kaybettik. Esas merak konusu bu sezon Gomis'in sakat, Fernando'nun cezalı olduğu ve Selçuk ve Eren ile çıkabileceğimiz bir maçta nasıl bir taktikle oynayacağımızı merak ediyorum. Erken sezon açtığımız ve önde presle oynadığımız bir sezonda sakatlık riski de haliyle mecvut. İşte oyuncular değiştiğinde yedek bir taktik çıkacak mı cepten yoksa hala aynı şekilde devam edecek miyiz bilemiyorum. İleri uçta Eren'in Gomis gibi tempolu oynayamayacağı aşikar. İleri uçta kırılacak bir pres orta sahaya yük bindirir ve orda da Fernando gibi bir temel oyuncu olmaz ise sıkıntı doğabilir Galatasaray açısından. Savunma birebir yakalandığında Maicon-Ahmet ikilisi Ostersunds maçının da gösterdiği üzere hataya meyilli. Gerçi oraya Mariano ve muhtemelen Asamoah transferleri ile bu sıkıntı çok azalacak. Ama hala geriye düşen veya presi pasla kıran bir takıma karşı oynayan Galatasaray'ın yedekte duran planını merak ediyorum.
Bir başka olay Bruma problemi. İgor Tudor gelir gelmez Bruma'yı disiplinsizlik sebebiyle kadro dışı bırakmıştı. Sene sonu ayrılınca canlı yayında söylediği şey de hayatımda çalıştığı en disiplinsiz oyuncu olduğuydu. Bana göre bu bir problem. Teknik adamlar oyuncuların ve özellikle yıldız-yıldız adayı oyuncuların problemlerini çözmek için var zaten. Bu kadar kolay kestirip atmak, güç gösterisi yapmak pek de olumlu sonuçlar verecek şeyler değil. Bu sene bukadar yıldız oyuncu ile kadro doldurulmuşken tekrar benzeri sorun yaşandığında ne yapacağı da bir problem. Aynı ani reaksiyonu gösterirse büyük sıkıntılar çıkabilir.
Östersunds maçı...Rakip sezonu erken açmış olabilir, takım hazır olmamış olabilir, transferler bitmemiş olabilir. Bunların hepsi doğru. Ancak senin elinde hala Östersunds'u eleyebilecek bir kadro var. Ama sen hala Selçuk'u, Tolga'yı,Yasin'i koşturarak oyun planlıyorsun. Senin deplasmanda yapacağın şey oyunu öldürmek, bu adamlarla top çevirip en kötü 0-0'a maçı bağlamak. Ancak o kadar tek yönlü bir oyun anlayışına sahip ki bir önceki sezon Galatasaray'ı bu turda maç oynatmaya mecbur bırakan oyun anlayışını terketmiyor. Ama kadro da o kadar bu oyuna uyumsuz ki ortaya oyun namına bir şey çıkamıyor. Basit top kayıpları ve kaybedilen topları kapamayan bir orta saha. Henüz yeni gelmiş ve adapte olamamış Gomis'in etkisizliği, kanatlardan 0 verim alınması ve birebir yakalanan savunmanın vasat hataları yüzünden turu kaybettik.
Maç sonu bu takımı siz 1 ay sonra görün gibi komik açıklamalar yaptı İgor Tudor. Ama 1 ay sonra Avrupa kupası maçı yok sayın Tudor. Burası Karabük değil ki senin ligde aldığın puanlarla övünelim. Östersunds gibi bir takıma karşı bile 2. planını devreye sokamayan hoca Galatasaray'ı Avrupa kupalarının dışında bırakmıştır. Tabi Beşiktaş'ın Monaco ve Porto kurasına kolay kura deyip Östersunds'u gruplara kaldığı için iyi takım olarak gören Survivor tayfa muhakkak olacaktır. Bunları önemsemiyoruz, önemsesek 3 kupa alan Hamzoğlu'nu eleştirmezdik. Hem Premier league'de hem de Serie A'da şampiyon olan Mancini'ye hoca değil demezdik. İşin ilginç yanı da bu aslında. Yerel başarıysa Hamzaoğlu bunu başarmışken sallayanların Tudor'u bu kadar kollaması.
Galatasaray'ın bu sezon ligde şampiyon olması bu kadro ile hiç sürpriz olmaz. Hatta eğer Avrupa kupalarına devam edebilseydi şu anda en kötü çeyrek final-yarı final yapabilecek bir kadro ve oyun yapısına sahip. Ee madem neyi eleştiriyorsun aslanım diyorsanız, sıkıntılı ve çaresiz kalan bir oyunda teknik direktörün de çaresiz ve sıkıntılı kalmasını eleştiriyorum. Yoksa şu anda oynanan oyundan da skordan da memnun olmayan varsa başka spora yönelmesini tavsiye ederim.
4 Mayıs 2012 Cuma
Ulusal kupalar
Geride bıraktığımız haftada Türkiye kupası yarı final maçları oynanmıştı. Aynı zamanda Fransa kupasında da final maçı oynandı. Olympique Lyon ile US Quevilly arasında oynanan final karşılaşmasını Lyon 1-0 kazandı ve kupayı müzesine götürdü. Ama kazanan değil de kaybeden takım kuşkusuz daha çok ilgi çekiciydi ve daha çok konuşuldu. Hatta kupa seromonisinde Lyon’lu oyuncular çok güzel bir jest yaparak kupayı Quevilly’li oyuncularla beraber kaldırdı.
Quevilly futbol takımı geçen sezonu Fransa amatör liginde lider bitirdikten sonra bu sezon Fransa 3. ligine yükselmişti. Yani 3.ligden gelen bir takım Fransa kupasında finale kadar yükseldi. Ayrıca 2010 yılında yine Quevilly takımı amatör ligde yer alırken yine Fransa kupasında yarı finale kadar yükselme başarısı gösteren bir takımdı. İlginç bir hikaye diyebiliriz. Belki 2000 Calais’si kadar olmasa da. Calais takımı da 2000 yılında amatör ligde yer almasına rağmen Fransa kupasında final oynama başarısı göstermişti. Hatta Nantes karşısında öne geçmesine rağmen 90. dakikada haksız bir penaltı ile kupayı rakibine kaptırmıştı. Peki Fransa liginde bu kadar sürpriz nasıl oluyor veya bizim ülkemizde neden böyle başarılar göremiyoruz. Sebebi aslında çok basit.
Fransa kupasına bu sezon katılan toplam takım sayısı tam: 7.422. Evet yanlış okumadınız, tam yedi bin dört yüz yirmi iki takım Fransa kupasını müzesine götürmek için mücadele etti. 13 Ağustos’ta başlayan kupa mücadelesi 28 Nisan’da Stade de France’taki final karşılaşması ile son buldu. Amatör liglerde yer alan takımların ilk turlarda yer aldığı daha sonra onlara 3.lig, 2.lig ve en son 1.lig takımlarının da eklenmesiyle tam anlamıyla bir ulusal kupaya dönüşen Fransa kupası böylelikle sahibini buldu. Ülkemizde ise Türkiye kupasına 3.ligde yer alan hiçbir takım katılamıyor. Yani bırakın amatör lig temsilcilerini TFF’nin profesyonel olarak belirlediği 3. lig temsilcilerimiz bile bu kupaya katılma hakkına sahip değil. 3. ligden o sezon 2. lige yükselme başarısını göstermiş 6 takıma müsaade var sadece. Ama bu takımlar da zaten mevcut sezonda 2. ligde yer alan takımlar olmuş oluyor. 3. lig gözünüze çok aşağılarda yer alan bir lig olarak geldiyse hemen 2. ligden katılma hakkı olan takımlara bakalım. TFF 2. lig 2 ayrı grupta 17’şer takımla oynanıyor. Yani 2.ligimizde toplam 34 takım mevcut. Ancak Türkiye kupasına sadece gruplarında ilk 8’de yer alan takımlar katılabiliyor. Yani 16 takım. 18 takım ise yine dışarıda. 1.lig ve Süper lig takımlarımızı da dahil edersek Türkiye kupasına katılan toplam takım sayısı sadece 57. Evet milyonluk potansiyelden bahsettiğimiz ülkemizde, ülkemizin yerel kupasına federasyonun belirlediği sadece 57 takım katılabiliyor. İngiltere Federasyon kupasında bu rakam bu sezon 825 idi. Yine Fransa gibi amatör liglerden başlıyor FA cup mücadelesi de. İspanya’ya bakarsak bu rakam biraz daha azalmaya başlıyor, orada katılan takım sayısı: 82. Ama katılım kendi 4. liglerinden başlıyor. Yani amatör liglerin hemen üzerinden. Tercera division denen geniş bölgesel ligleri lider bitiren takımlar 1. turda oynama hakkına sahip oluyor. Daha sonra İkinci lig B ve ikinci lig takımları katılım sağlıyor, en son ise La liga takımlarıyla piramit tamamlanıyor. Almanya’da ise aslında ilk bakışta bize benzer bir sistem gözükse de farklılıklar sonra ortaya çıkıyor. Bundesliga 1 ve Bundesliga 2 takımlarının hepsi kupaya katılma hakkına sahip. 3. ligde ise sadece en iyi 4 takım katılabiliyor. Ama bunların yanında Bavaria, Saxonya gibi bölgelerden gelen takımlar yine turnuvanın boyutunu değiştiriyor. Yerel bölgelerde amatör liglerden, 3. ligden gelen takımlar yine kupanın rengi oluyor. O sebeple katılan takım sayısı az gibi gözükse bile kimse kendini kenarda unutulmuş hissetmiyor bizim kadar. Almanya’da katılan toplam takım sayısı: 64. İtalya’da ise Serie D’den yani 4. ligden başlayan kupa mücadelesine toplam 78 takım katılıyor. Hollanda’da katılan toplam takım sayısı: 92, Belçika’da: 293, İskoçya’da: 81, Portekiz’de: 172.
Her ne kadar daha normal lig statüsünü uygulayamayan, sürekli yönetmelik değiştiren, cezai durumları görmezden gelen, amatör futbol oynayan futbolcuları erken emekli eden Federasyonlarımız varsa da, amatör olarak futbol oynayan gençlerin gece yastığa kafasını koyduğunda Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor ile oynamayı hayal etmesini engellememeliler artık. Kupanın adı Türkiye kupası ise gerçekten amatör-profesyonel tüm takımlarımızın katılabileceği bir kupa olsun. Türkiye kupası olsun. Ve kim bilir günün birinde belki biz de amatör ligin çamurlu sahalarından gelen güzel takımları, süper lüks statlarımızda final oynarken görebiliriz.
6 Temmuz 2011 Çarşamba
Efsane ikili
Meksika'nın yetiştirdiği en büyük yetenek ne Chicharito ne de Hugo Sanchez'dir. İşte bu iki efsane flamenko ustasıdır. (Tabi Komutan Marcos'u hesaba katmadan yazdım bu mesajı.) Saygıyla eğilmek lazım önlerinde.
17 Mayıs 2011 Salı
Erick Torres
Erick Torres Padilla. Chivas, Javier Hernandez'i Manchester United'a sattıktan sonra yeni yıldız adayını fazla zaman geçmeden çıkarttı. Henüz 18 yaşında ve ilerisi için epey ümit vaad ediyor Torres. Yeni Hernandez demek için biraz erken aslında. Ayrıca oyun olarak Hernandez'de bazı özellikler yönünde ayrılıyor. Mesela Hernandez oyun içinde daha agresif ve top kovalayan bir yapıda. Ancak Erick Torres o yönden henüz kendini tam geliştirmiş değil. Ancak gol yollarında inanılmaz bir şekilde bitiyor ve son vuruşları gayet düzgün. Bizim meşhur tabirimizle golü koklayan bir yetenek. İleride adını Avrupa'da kesin olarak duyarız diye düşünüyorum.
Erick Torres
Oynadığı takım: Chivas Guadalajara(Meksika)
Boy: 1.80 m
Kilo: 68 kg
Pozisyon: Forvet
Doğum tarihi: 19.01.1993
14 Mart 2011 Pazartesi
Müstehak Takım
2007'nin Mayıs ayıydı. Erik Gerets, Adnan Polat'ın asbaşkanlığı döneminde keyifli?! bir törenle basının önünde görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Kovulmanın kibarcası bu. Adnan Polat ve Adnan Sezgin pek bir sırıtık vaziyette gülüyorlardı medya karşında. Ellerini ovuşturarak gelecek planlamasına girmişlerdi. İşte o zamanlar Galatasaray taraftarı ''3. yaptı, başarısız, şampiyonlar liginde sonuncu olduk'' diye hocasının ipini çekmekle meşgulde zaten. Bu karara onlarında %90'ı sevinmişti. Yönetim sene başında ''Road to Athens''(Atina yolu- o yıl şampiyonlar ligi finali Atina'daydı) tişörtü, rozeti yapıp satmaya başlamıştı. Bu yola da İnomoto, Tolga Seyhan, Okan Buruk, Carrusca transferleri ile girdik. Ne güzel bir giriş değil mi. Beklendiği gibi grupta sonuncu olduk zaten. Liverpool maçında(ki o sene final oynamıştır Liverpool) 3-0'dan maçı 3-2'ye getirdiğimiz zaman bile bu bilmiş kesim çıkıp ''Liverpool maçı bırakmıştı yeaa'' gevezeliği ile meşguldü. 1 sene sonra Beşiktaş maçında 3-0'dan sonra Liverpool'u ne yaptığını da görmüş olduk uygulamalı olarak. Ama bu bilmiş kesimin ne ileriyi görme yeteneği ne de geçmişi değerlendirme yeteneği olmadığı için uçtu gitti yazılanlar. Sonra Kalli'ler, Bülent Korkmaz'lar, Hagi'ler geldi gitti. Bu bilmiş arkadaşlar şimdi Gerets gelse bu takım uçar diyor. İşte sana o yüzden bu takım müstahak arkadaşım.
Alex gibi adam yok Türkiye'de abi, keşke bizde olsa diyen sen arkadaşım. Alex geçen sene başında kampa izinsiz 1 hafta geç geldiğinde de bunları diyecek miydin. Fenerbahçe kulübü para cezası bile vermeden olayı geçiştirirken sen bu olay Galatasaray'da olsa ne diyecektin. Yerli futbolcuların gazına gelip ''Bizim topçular eşşek mi abi, onlarda gitmesin o zaman kampa'' der miydin acaba? Alex maç içinde skoru değiştiriyor bu bana yeter diyen arkadaşım. Televizyonda çıkan çakmaktaş devrinden kalma 5.sınıf gol olur futbol yorumcusunun gazına gelip, Alex'in modern futbolda yeri yok diyecek miydin demeyecek miydin. Sen elindeki Lincoln'ü, Misimovic'i büyük bir sevinçle kapı dışarı eden arkadaşım. Ne diyecektin bir söyle bakalım bana. Bügün takımda kazma adamlar kaldı diyorsun ya, sana müstehak işte o kazmalar.
Daha ülkeye geleli 1 ay olmadan bal yapamayan arı dediğin Giovani Dos Santos'un üztünü çizip, 2 ay geçmeden Pino'ya sirk topçusu diyen, Jo'ya akşam eğlenmesi yaptı diye maçta söven arkadaşım. Serdar Özkan, Aydın, Kazım gibi adamlar Galatasaray kanatlarında diye ağlama bana. Forvetimiz kalmadı diye gelme bana. Guti'yi biz alsaydık yardanlığına girme bana. O Guti alkollü halde araç kullanıp, Belediye otobüsüne kaza yaptırtıp, basını kovaladığı zaman Beşiktaş kulübünün yaptığı gibi geçmiş olsun mesajı yayınlamamızı mı isterdin yoksa maçta ayağına top geldiğinde ıslıklanmasını mı. Sen kolayı seçen arkadaşım, bu takım sana müstehak.
De Sanctis'i, Leo Franco'yu yuhalayıp Ufuk oynasın diyen sonra Ufuk oynadığı zaman Ufuk'u yuhalayan sen. Evet sana diyorum oradasın biliyorum. Bugün de iştahla Zapata'yı yuhalayan sen. Tribünde işin sadece yuhalamak olan, forumlarda aman hata yapsada yazsam diye bekleyen sen. Sana Zapata da değil harbi karpuzcu müstehak.
Keita'ya, artık burnu pinokyoculuktan Kadıköy'e varan başkanının gazını alıp iyi paraya sattık ama aslında disiplinsizdi bu adam. Bak Kaka'yı attırdı durduk yere diyen sen. Sana ne elin Fildişi-Brezilya maçından, bize ne? Dos Santos'a bal yapmayan arı diyen ama bal yapanına da disiplinsiz diyen, disiplinli ve mücadeleci Cana'ya sövmekle meşgul olan sen. Ne istediğine karar versen iyi olacak. Kaka gelse isminden dolayı söversin ve ilginç lakaplar takarsın eminim. Zaten öyle bir olay olsa 3 ay sonra kadro dışı bırakırız ve yine bir pundunu bulup ''Adam haklı beyler'' dersin. O zaman sana müstehak -4 averaj.
Geçen devre arası umarım Kewell gider Nonda kalır dedim. Nonda nasılsa yuhalanmaya başlamıştı, bari Kewell'ı kurtaralım dedim. Sene başında sözleşmesi uzatılınca gereksiz oldu şimdi, yuhalar bizimkiler sene sonu dedim. Şimdi gelip sadece yakışıklı olduğu için seviliyor Kewell, Galatasaray'a verdiği birşey yok denmeye başlandı. Aferin arkadaşım sana da 25 haftada 12 mağlubiyet müstehak.
Bende dahil saçma sapan eleştirilerde bulunup anlık değerlendirmeler yapan, ilerisini hiç düşünmeyen, o gitsin bu kalsın diye futbolculara dakika başı sallayan, futbolcular arası ayrım yapıp taraf tutan, söylenen aleni yalanları yiyip yutan, kişisel menfaati uğruna gördüklerini söylemeyen ve söyletmeyen, bir dediği bir dediğini tutmayan, kötü duruma düştüğü zaman bilinçli hareket edemeyen, Hıncal Uluç'luğu meslek edinenler...Hepimiz...Bu takım bize müstehak.
16 Ocak 2011 Pazar
Korku İmparatorluğu
Öncelikle uzun bir dönem bazı sebeplerden dolayı yazı yazamadığım bloga böyle bir yazı ile tekrar yazmaya başlamam biraz üzüntü verici. Dün Aslantepe Ali Sami Yen spor kompleksinin açılışı vardı malumunuz olduğu üzere. Açılış ve açılış sonrası yaşanan rezillikler beni oldukça üzdü. Hayır yapılan protestolar değil. Galatasaray yönetiminin ve Galatasaray'ın bazı taraftar örgütlerinin girdiği dalkavukluklar üzdü beni.
Öncelikle davetiye sisteminden ötürü maça gidemedim. Gitseydim bende ıslıklı protesto yapardım muhtemelen. Bu hiç kimseyi ilgilendirmez. Bunun yeri bu stat diyenler de protestonun yerinin neresi olduğunu bir açıklasalar iyi olacak. Konser de yapılır; ''Bunu yeri burası değil.'' futbol veya basketbol karşılaşmasında yapılır; ''Bunun yeri burası değil.'' Üniversitelerde yapılır;''Bunların yeri burası değil. Burası bilim yuvası.'' Miting düzenlenmek istenir; '' Bunun yeri burası değil. Al sana cop.'' Neresi bunun yeri abi, birisi söylesin bana. Protetonun yerini ve zamanını Dünya'nın hangi ülkesinde iktidar sahipleri belirlemiştir.
Gelelim misafir saçmalığına. O statta onlar bizim misafirimizdi diye hemen yazılara girişen dalkavuklar çıktı haliyle. Aziz Yıldırım da o statta senin misafirin oalcak, Fenerbahçe takımı da. Onlar da mı ıslıklanmayacak. Ama bunun misafir edebiyatıyla alakalı söylemediğinizi cümle alem biliyor. Çok sevdiğiniz başbakanınız ıslıklanınca bun kabul edemediniz ve bahaneler üretmeye başladınız. Misafir edebiyatına girdiniz. Protokol tribününde olay çıkartıp, yaka paça dövüşenler bugün misafir edebiyatına girmiş. Sahaya yabancı madde yağdırıp Ali Sami Yen'i kapattıranlar misafir edebiyatına girmiş. Gerek yok boş edebiyatınıza, çıkar ilişkileri yaşadığınız için savunma mekanizması ürettiğinizi cümle alme biliyor.
Recep Tayyip Erdoğan büyük bir şovla geldi yerini aldı. Bundan önce yapılan protestolardan haberi bile yoktur. Olsa bile sesi çıkmadığına göre önemsememiş. Ama Toki başkanı Erdoğan Bayraktar öyle bir konuşma yaptı ki akıllara zarar. O konuşmanın ilk kısımlarını dinlerseniz ''Sevgili Galatasaraylılar'' dediğinde ve ''Bu stat kolay vücut bulmadı'' dediğinde alkış aldığını gayet rahatlıkla görebilirsiniz. Ama sen kendi adamlarını övmek için 106 yıllık Galatasaray kulübünü ve Galatasaray yöneticilerini itin götüne sokarsan o protestoları hakedersin. O konuşmadan sonra değil Türkiye Cumhuriyeti başbakanı, Birleşmiş Milletler başkanı bile terketse o stadı zerre umrumda olmaz.
Galatasaray kulübünü veya Galatasaray taraftarını başkalarına benzetmeyin. Size stat yaptık, bize biat edin tarzında yaklaşımlarınız bize sökmez. O stadı ne bir kişi ne de bir hükümet yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti yapmıştır. Ve yine halktan alınan vergilerle yapmıştır. Eğer bir benzine 4 lira veriyorsam bu statta benim param vardır. Aynı şekilde Galatasaray kulübünün de parası vardır. Galatasaray kulübünün cebinden 1 Allah'ın kuruşu çıkmamıştır demek ancak demagojiyle olur. Ne Toki başkanının ne de başbakanın cebinden de 1 Allah'ın kuruşu çıkmamıştır bu stat için. Bu stat açılışını kişisel şovunuza çevirmek isterseniz alacağınız tepki bu olur. Zaten dün sahaya bir tek seçim otobüsü indirmediğiniz kaldı.
Burada asıl acı veren ise Galatasaray başkanı Adnan Polat'ın açıklamları ve hareketleridir. Kendisi fiilen başkan gözükse bile artık o makamı sadece boş yere işgal eden bir kongre üyesinden farkı kalmamıştır çoğu kişi için. Orada bir adam bütün Galatasaray değerlerine söverken senin aranın bozuk olduğu taraftar ''Yahu bu adam neler saçmalıyor'' diye yine senin yönetimine ve senden önce gelen yönetime sahip çıkıp tavrını koymuştur. Ama sen sana sahip çıkan taraftarı koruyacağına o Toki başkanı ile beraber stattan ayrılmayı tercih ediyorsun. Umarım tez zamanda o mevkinden de ayrılırsın. Kendi davet ettiğin taraftara kendin sövecek kadar gözü kör olmuşsun.
Bugüne gelirsek yine başbakanından tutun, Galatasaray başkanına kadar herkes tehdit ve korkutma politikası ile taraftarı sindirme peşinde olduğunu görürüz. Stat anlaşmasını henüz yapmadık diyerek güya aklı sıra Galatasaray'ı korkutmaya çalışan başbakana destek yine kadim dostu Polat'tan gelmiştir. Stattaki kameralardan ıslıklayanlar tespit edilip gerekli cezalar verilecekmiş. Gerekli cezalar...Hmm sanırım büyük suç işledi dün taraftarlarımız. Sanırım Nineteen Eighty Four romanı gerçekleşmek üzere. Yakalananlar 101 no'lu odaya da tıkılırsa tam olur. Bu kadar korku imparatorluğuna karşı söylenecek tek söz ''V for Vendetta'' filminden geliyor.
''İnsanlar hükümetten korkmamalı, hükümetler insanlardan korkmalı...''
7 Aralık 2010 Salı
19 Ekim 2010 Salı
Galatasaray'ın Yönetilememesi
Pazar günü alınan Ankaragücü mağlubiyeti ile beraber Galatasaray'da işler iyice ters gitmeye başladı. Zaten basiretsiz olan yönetimin iyice basiretsiz işlerine şahit olduk hep beraber. Maçtan hemen sonra Pazartesi günü bir yönetim kurulunun olağanüstü oalrak toplanacağı açıklandı. Açıkçası bu kararı garipsedim. Eğer olağanüstü bir durum varsa(ki görüldüğü üzre var) maçtan hemen sonra acil bir toplantı yapılır ve değerlendirmeye alınır. Ancak Galatasaray yönetimi bu işi 1 gün daha ileri attı. Pazartesi günü idmana çıkacak futbolcuların ve teknik heyetin halini ve psikolojisini hiçe sayan bir karar. Üstelik tam da Fenerbahçe derbisi öncesi.
Hadi buna bir anlam yüklemeye çalıştık diyelim ancak şoke eden bir haber daha geldi resmi siteden. Salı günü tüm gün izinliydi futbolcular. Çarşamba sabah idmanı da olmayacaktı. Bu kararı yönetim mi, yoksa artık gitti gözüyle bakılan Rijkaard mı verdi tam bilinmiyor. Ancak şu aşamada Rijkaard'a pek söz düşmeyeceğini düşünrsek sanırım idari bir izin. Bütün bunlar olup biterken akşam saatlerinde toplanan yönetim kurulundan müthiş bir açıklama daha geldi. Tartışılan konuları ve alınan kararları ileriki günlerde açıklayacaklarmış. Hangi ilerleyen günlerde acaba diye merak ediyor insan. Tam Fenerbahçe derbisi öncesi yapılan abesle iştigal yönetim işleri olarak adlandırıyorum bunları. Ama şaşırdık mı; tabi ki hayır.
Şimdi gelelim geçen seneye. Sayın başkan Adnan Polat televizyon ekranlarına çıkıp bütün Türkiye'nin önünde Leo Franco önümüzdeki yıl kadromuzda olmayacak, onu göndereceğiz dedi. İdari bir karardır, karşı çıkıp çıkmamak tartışılabilir. Ancak sezon açıldı bir de baktık ki Leo Franco takımla beraber kampa gidiyor. Aradan neredeyse 4-5 ay geçmiş ve Leo Franco hala takımda. Transfer sezonu açılmış, herkes transfer yapmaya başlamış Leo Franco hala takımda. Eğer oyuncunun sözleşmesini fesh edecek durumda değilseniz bu olayı patt diye açıklayamazsınız. Eğer göndereceğiz dediyseniz de lig biter bitmez sözleşmesini fesh eder, bonservisini eline verip yollarsınız. Fenerbahçe maçı sonrası tribünlere hoş görünmek adına yollayacağım deyip sene sonu maliyeti gördüğünüz zaman yana yakıla satacak takım aramak tam anlamıyla tribünlere oynamaktır.
Muhtemelen Rijkaard için de aynı durum söz konusu. Toplantılar yapıldı, kararlar verildi ama göndermeye cesaret edilemedi. Hangi Rijkaard peki bu? Sayın başkan'ın çok değil 1-2 ay önce herkesin seyrettiği bir spor programında hocamızdan çok memnunuz, o kadar ki sene bitmeden yeni sözleşme teklif edeceğiz dediği Rijkaard.
Normal şartlarda taraftarların ve taraftar örgütlerinin hesap sorması gereken açıklamalar geliyor üstüste yönetimden. Ancak o kadar dar kalıba girmişiz ki hala 4-3-3'teyiz, Mustafa Sarp'tayız, Rijkaard'da, Neeskens'teyiz. Sonumuz hayır olsun diyorum sadece. Özhan başkan da rahat uyuyabilir. Tarih artık onu Galatasaray'ın gelmiş geçmiş en kötü başkanı olarak yazmayacak.
18 Ekim 2010 Pazartesi
Özür Dilemek İçin Geç Değil
Herkes hata yapabilir. Özür dileyip hata yaptığını kabul etmek kimseyi küçültmez aksine büyültür. Sayın başkan...
18 Ağustos 2010 Çarşamba
Bekir Çınar
Futbolseverler şu günlerde transfer gündemile meşgul. Tabi hal böyle olunca spor gazeteleri de bu gündeme ilişkin haberler vermekte. Ama geçen gün çok üzücü bir haber vardı. Bazı gazetelerde hiç yer almadı bazılarında ise 3 satır yazı ile geçiştirildi. Adana Demisrpsor'un eski başkanı sayın Bekir Çınar intihar etmişti. Çınar başkan olduğu dönemde Demirspor'a kendi cebinden para yardımı yapmış ve tefecilerin eline düşmüş okuduğum kadarıyla. Tabi önemsiz bir haber olduğundan çok yakından takip edemiyoruz.
Bekir Çınar Livorno'yu Türkiye'ye getirtip Adana Demirspor ile maç yapmasını sağlayan başkandı. Belki kendi siyasi görüşü tam zıttı ama taraftarın istediğini yapmaktan çekinmedi, bundan gocunmadı.
Televizyonda alıp veren oyuncular, gidip gelen adamlar, Cana gibi oyuncuların Bank Asya liginde 50 tane olması konuşuladursun Çınar sonsuzluğa uğurlandı. Evet gerçekten sıkıntı var ama bu hem ülkemiz medyasında hem de ülkemiz sporunda. Umarım Çınar'ın vefatı bazı şeylerin düzelmesine yol açar diyeceğim ama hiç sanmıyorum. Bu yazı yerine X Galatasaray'da haberi yapmak veya Rijkaard futbolu bilmiyor yazmak hem daha dikkat çeker hem de daha çok yorumlanır. Ulusal basının rating savaşı yapması gayet normal olsa bile bloglar veya alternatif yazıların bile o eksene kayması, böyle önemli bir konu hakkında çok az yazı okuyabilmemiz maalesef hiç iyi değil.
Neyse gündemimiz neydi. Evet mi hayır mı?
16 Ağustos 2010 Pazartesi
Mamadou Niang #2
Daha önce Mamadou Niang ile ilgili görüşlerimi yazmıştım. Şimdi Fenerbahçe transfer etti diye Rıdvan Dilmen gibi girip ''Niang kim Güntekin, böyle 50 tane adam var Türkiye'de.'' diyecek değilim. Öncelikle en ihtiyacı olan mevkiye yapabileceği en iyi transferi yaptı Fenerbahçe. Böyle üst düzey bir oyuncuyu Türkiye'de izleyecek olmak zevkli olacak. Ama hem Marsilya hem de Galatasaray taraftarı olarak üzülmedim de değil.
Hem sırtı dönük oyunda hem de yüzü dönük oyunda çok başarılı bir forvet. Kanatlara açılıp ortadan gelen oyunculara pozisyon hazırlaması da başarılıdır. Bu bakımdan gol yüzdesi kadar asist yüzdesi de yüksek olacaktır. Kezman, Güiza örnekleri ile karşılaştırmak büyük hata olur. Drogba'yı buralara getiremeyeceğiniz için onun yerine alınabilecek en iyi alternatifi transfer etmiştir Fenerbahçe. Gyan gösterip Ninag vurmak son yıllardaki en büyük başarısıdır yine Fenerbahçe'nin.
31 Temmuz 2010 Cumartesi
24 Temmuz 2010 Cumartesi
Giovanni Moreno-Racing Club
10 Temmuz 2010 Cumartesi
Matias Vuoso vs. Salvador Cabanas
Salvador Cabanas'ın yakın zaman önce geçirdiği talihsiz saldırı sonucunda yaralanması kuşkusuz America'yı da derinden etkiledi. Cabanas, America için çok önemli bir oyuncu. Hatta futbol hayatına devam etseydi sadece America'nın da değil Meksika'nın da efsane isimlerinden biri olarak kazınacaktı tarihe. Gerçi hala öyle olduğunu söyleyebiliriz.
Cabanas'ı bir anda kaybeden America sezon içinde kısmi bir çözüm üretse de uzun vadede daha sağlam adımlar atması lazımdı. Apertura 2010 öncesi bu adım gerçekleşti. 2006 yılında kısa bir dönem formalarını giyen Vicente Matias Vuoso'yu tekrar transfer ettiler. Sözleşmesi sona erdiği için herhangi bir bonservis bedeli de ödenemedi Santos'a. Bana göre 10 numara transfer oldu. O açığı kim kapar dense ilk akla gelecek adamdı Vuoso. Özellikle Clasura 2008'de Santos'u şampiyonluğa taşıyan üstün performanstan sonra çok göze girmişti tekrar. Ancak sürekli iniş çıkışlı performansı olunca ne yapacağını kestirmesi zor oluyor. Clasura'yı fena sayılamayacak şekilde 6 golle kapattı. Bilhassa ekürisi Cristian Beniitez'in ayrılması onu etkilemişti diye düşünüyorum. Gerçi Benitez'de bu Apertura ile beraber geri dönecek Santos'a.
Vuoso Meksika'yı iyi biliyor. Orası artık vatanı gibi oldu demeyeceğim çünkü direkt vatanı oldu. Meksika pasaportu alması ile beraber az da olsa Meksika milli takımında yer aldı. Hatta Dünya kupası öncesi Aguirre onu hazırlık maçlarında denemişti. Ancak formsuz geçen 1-2 dönemden sonra orada da gösteremedi kendini.
Ben Vuoso'nun tekrar bir sıçrama yapacağını düşünüyorum Apertura ile beraber. En az 8-10 gol arası atar. Yerinde bir transfer oldu America için. Her ne kadar kendilerinden hoşlaşmasamda. Dünya kupasında kendini gösteren Beausejour, çok beğendiğim Enrique Esqueda ve Cabanas'ın sakatlığı sonrası kısa dönemde forma şansı bulan ama çok başarılı olan Antonio Lopez ile birlikte gol yollarında epey etkili olacaklardır.
29 Haziran 2010 Salı
Metalvaktim
Sonisphere festivali kapsamında müthiş bir metal müzik fırtınası geçti ülkemizden. Şimdi adını burada anmak istemediğim bir gazetemsinin provakasyonuna rağmen muhteşem bir 3 gündü. Yukarıda görüldüğü gibi İran Metallica Fan Club üyeleri de oradaydı. Kendi ülkelerinde yaşayamadıkları özgürlüğü ülkemizde elde etmişlerdi. Zira kendi ülkelerinde değil bu tür müzik yapmak, dinlemek bile yasak. Kendilerini vincin tepesinde asılırken bulurlar. Ama dediğim gibi onlarca kilometre tepip buralara gelerek bu festivale katıldılar. Bu yukarıdaki resim de o gazetemsiye kapak olsun.
Festival iyisi ile kötüsü ile geçti. Organizasyon konusunda çok sıkıntılar var. Ama sürekli şikayet ederek bunları aşmak zor. Sanırım bu tür organizasyonları yaptıkça bu sorunlar aşılacak. Yani umarım böyle olur. Şimdiden Sonisphere 2011'i beklemeye başladım. Sonisphere 2010 bittikten sonra içimde bir burukluk, hüzün var 2 gündür.