18 Mayıs 2009 Pazartesi

Kupa Bizim..



11 Ağustos 1999. Ülkemizin büyük bölümünden de gözlenen tam güneş tutulması gerçekleşti. Özel gözlüklerini alanlar sokağa fırladı ama vatandaş daha pratikti, elde eski röntgen filmleri ile bu doğa şovunu gözlemliyorlardı. Akşama ise başka bir şov vardı. Güneş tutulmuş ama Cimbom tutulmamıştı. Viyana deplasmanından 3-0 ile şampiyonlar ligi vizesini cebine koymuş dönüyordu. Yanında ise senelerce unutulmayacak Hagi, Hagi, Hagi, Hagi, Hagi repliği ile.



Santana ise Supernatural albümü ile rekor üstüne rekor kırıyor. Albümü Dünya üzerinde milyonluk satış rakamlarına ulaşıyordu. Albümden çıkan ilk single olan Rob Thomas düetli Smooth bütün listelere 1 numaradan girmişti. O sırada pop müzikte ise Britney Spears Baby one more time ile hala çıtır vaziyetlerinde arz-ı endam etmekte. Avrupa’da ise Fransız Eiffel 65 gurubu Blue(Da Ba Dee) adlı enteresan eseri ile dillerimize istemesekte pelesenk olmuş vaziyette idi. Bir diğer ilginç adam da Lou Bega adlı damadı. Mambo No:5 adlı eseri ile bize kısa bir Avrupa seyahati yaptıracaktı. Ama biz bu seyahatleri zaten o sırada Galatasaray ile yapmaktaydık. 

Şampiyonlar liginde Milan, Herha Berlin ve Chelsea ile aynı gruba düşen Cimbom iyi başlayamadığı ligde şansın zora sokmuştu. Hertha karşısında Ali Sami Yen’de beraberlikle başladıktan sonra Milan deplasmanında alınan 2-1’lik şanssız mağlubiyet moralleri bozmuştu. Ardından 10 kişi ile Chelsea’ye de 1-0 kaybedince tüm umutlar içeride oynanacak Chelsea maçına kalmıştı. Chelsea karşısında ilk maçta kırmızı kart gören ve cezalı duruma düşen Taffarel’in oynayamayacak olması taraftarlar arasında ve medyada sıkıntı yaratsa da Fatih Terim kendinden emindi. Hocam Taffarel yok ne diyeceksiniz diye soran basın mensuplarına ‘’Kalemize geleceklerini kim söyledi.’’ şeklinde cevaplar veriyordu. Chelsea’li oyuncuları doğum günü olan Fenerbahçeli futbolcu edasıyla yumurta ve unlarla hava alanında karşıladık. Ancak kalemize çok fena gelen Chelsea 5-0’lık farklı galibiyetle sahadan ayrılınca bir anda herkes yıkılmıştı. Ancak daha her şey bitmemiş alınacak 2 galibiyetle Uefa kupasına katılma şansı devam etmekteydi.



Sinema açısından da altın bir yıldı. Fight Club gösterime girmiş Kapitalizmin böğrüne böğrüne vuruyordu. Müzikleri, kurgusu ile müthiş bir uyarlama senaryo olan film ülkemizde de epey yankı uyandırmıştı. Ancak filmi başka yerlerinden anlayan vatandaşlarımız sayesinde yer altında dövüşler artmış, kavga gürültü sokaklarımızdan eksik olmaz hale gelmişti. Tam o sırada The Matrix serisi imdada yetişti ve Fight club sendromundan ülkemizi kurtardı. Nokia 8110, güneş gözlüğü ve deri ceketli adamlar sokaklarda boy göstermeye başalmıştı. ‘’What is the Matrix’’di ulan yani..Paraya doymayan George Lucas da ,Star Wars serisine bitirmek için kolları sıvamış ve serinin 4. ama aslında 1. filmini gösterime sokmuştu. Film görsel bir şölen olmasının yanında hayranlarını biraz hayal kırıklığına uğratsa da hasret gidermesini sağlıyordu.

Galatasaray ise Berlin deplasmanında Hertha karşısına çıkmış ve Uefa umudunu son maça taşımak istiyordu. Ancak ilk yarını sonlarında penaltıdan yenen gol iyice keyifleri kaçırmıştı. İkinci yarı ise rüzgar tersine dönmüş Chelsea maçının öcü Berlin’de çıkarılmıştı. Tugay kollarını açıp zıplaya zıplaya dans ettiğinde tabeleda 4-1 yazmakta ve Galatasaray Uefa kupasında yola devam etmek için Milan’ı beklemekteydi. Milan ise şampiyonlar ligi kupasını alabilir miyiz acaba hesaplarıyla İstanbul yollarına düşmüştü. Afrika aslanı Weah’ın golüyle Milan 1-0 öne geçse de Türkiye aslanının pes etmeye niyeti yoktu ve Capone’nin golüyle durumu 1-1’e getirmişti. Herkes acaba derken daha sonra tanıdık bir isim olacak olan Giunti durumu 2-1 yapıyor ve Milan ‘’ohh çıktık guruptan’’ diyordu. Ali Sami Yen’de son dakikalar yaklaşmış ama skorda değişiklik olmamıştı. Derken Ergün’ün ortasına Hakan şükür kafayı yerleştirmişti ve ilk maçtaki kurtarışlarıyla ‘’Aziz’’ lakabını alan Abbiati bu golü seyrediyordu. Son dakikada ise bu sefer Ümit’in ortaladığı bir topa yükselmek isteyen Hakan çekilmiş hakem penaltı noktasını göstermişti. Ancak bu penaltıya bakmak bile yürek isterken Ümidimizin gelip topu ağlara ‘’Aziz’’i ise bakkala ekmek almaya yollamasıyla, Milan annesinin ligine Galatasaray’ımız ise Uefa kupasına gidiyordu.

Uefa kupasında ilk rakibimiz yine bir İtalyan ekibi Bologna’ydı. (Yendik) Mi Lan ‘ın öcünü almaya ant içmişti İtalyanlar. İlk Maç İtalya’da karlı bir havadaydı. Bizim seyircilerin olduğu bölümdeki karlar temizlenmiş diğer taraftaki karlar duruyordu. Sahaya ve bizim taraftarlara kar topu fırlatıp çocukluğuna dönen Bologna seyircisi takımı golü de atınca artık kardan adam yapmaya başlamıştı. Bologna’nın kadrosunda Pagliuca, Signori, Ventola ve tahmin ettiğim kadarıyla isminden dolayı Ercan Taner’in en sevdiği futbolcu olan Paramatti gibi iyi futbolcular oynamaktaydı. Maç 1-0 Bologna üstünlüğü ile son dakikalara girerken Ümit sağ taraftan bir orta yapmıştı. Ceza sahasına doğru giden topa Bologna savunması da müdahale edememişti. Ancak o savunmanın arasından inanılmaz bir şekilde yükselen Hakan Şükür bir anda fazla yükseldiğini fark etmiş, top gelene kadar Roma’ya gidip bir kahve içip soluklanmış, dönerken de aşk çeşmesine sağ omzunun üzerinden para atmış ve sonra tekrar maça gelip topa kafayı çakarak beraberliği sağlamıştır. O sırada kar topu oynamakla meşgul olan Bologna seyircisi ise ne olduğunu anlamamış o yerden kalkan füze miydi diye içlerinden geçirmişti. 

Rövanş maçına geldiğimizde ise artık büyük bir umutla maça çıkmıştık. Turu geçeceğimizden neredeyse herkes emindi. Maça da iyi başladık, Okan Ercan Taner’in favori oyuncusu Paramatti’den iyi sıyrılmış sağ taraftan içeriye girmişti ve topu Hasan’a çıkardığında ise ‘’Golgolgolgolgol’’ şeklinde hindiye benzer bir sesle gol sevincini yaşar olmuştuk. Ancak fazla zaman geçmeden Ventola’dan yediğimiz gol yine keyifleri kaçırmıştı ki Ümit Davala bir kez daha topu ağlara yollayıp bu iş burada biter dedi. Gerçi son saniyeleri yürekler ağızdaydı ama Bologna’ya geçit vermemiş turu da kapmıştık. 



2000’li yıllar gelmiştik artık. Milenyum geliyor bütün sistemler çökecek kaygısı bir yanda uzaylılar gelecek bizi istila edecek kaygısı diğer yandaydı. Bankaların sistemleri kilitlenecek, bilgisayarlar çalışamaza hale gelecek, komşu komşunun külüne muhtaç hale gelecekti. Ancak beklenen olmadı ve günlar, aylar kaldığı yerde devam etti.

Uefa kupasında bir sonraki rakibimiz B.Dortmund’du. Almanlar kendinden emindi, tek dertleri gurtbetçilere bilet kaptırmamaktı ama stada girdiklerinde deplasman tarafı neresi abi diye birbirlerine sormaya başladılar. Hakan Şükür’ün nefis golüyle zaten az olan Almanları bir güzel susturmuştuk. Ardında Hagi sahneyi çıktı ve Lehmann’ın eline al kardeş şu golün resmini çekiver bir zahmet diyerek fotoğraf makinesini de vererek durumu 2-0 yaptı. Bu golden sonra saha dışında görmek istemediğimiz hareketler olmuş, Fatih hoca Müfit Erkasap’ı ‘’Ben demedim mi olm sana’’ diyerekten kulak memesi kıvamında dövmüştü. Rövanş maçı formaliteydi zaten Ayasofya müzesi, Yere batan sarnıcı, Topkapı, Boğaz manzarası filan Almanların aklında kalan tek şeydi bu maça dair.


2000’li yılların filmleri de bir enteresandı ama mükemmeldi. Amores Perros ile bizi kendine tanıtan İnarratu daha sonra her çektiği filmde aynı başarıyı hemen hemen yakaladı. Memento ise aklımızı allak bullak etmiş, tekrar tekrar seyrettirmiş ama bazılarını en sonunda pes ettirmişti. Requim for a dream ise beynimizden vurulmuşa döndürmüş iyice sersemletmişti bizi. Hollywood cephesinde ise Gladiator seneye damgasını vurmuştu. Başarılı bir senaryo ve yönetimin yanına Russel Crowe’un müthiş oyunculuğu da eklenince ödül üstüne ödül almış, sinema salonların doldurmuştu.


Galatasaray’ın çeyrek finaldeki rakibi ise, bir sene önce Kupa galipleri kupasında final oynamış olan İspanya’nın Real Mallorca ekibiydi. Deplasmana avantajlı bir skor için giden Cimbom ilk yarı istenen oyunu ortaya koyamıyor kalesinde bazı tehlikeler yaşıyordu. Ancak Arif Erdem’in ‘’Yahu bu kaleci önde duruyor 1 saattir, bir aşırtayım ben’’ diyerekten vurduğu top ağlara gidiyor ve Galatasaray ilk yarıyı 1-0 önde kapatıyordu. İkinci yarı Arif’in açtığı kapıdan devam edip aşırta aşırta 4-0’a ulaşıyorduk kupanın favorisi Mallorca karşısında. Tristan şaşırmış, Lauren ne oluyoruz demiş Hakan Şükür’ün golünde tribünde gözüken sakallı amca ise ‘’Ulan aynı golleri yedin durdun, kaleye mi bağlayalım seni’’ diye saydırmakta iken Mallorca’nın şeref golü Lauren’den gelmişti. Mallorca’da aynı Dortmund gibi İstanbul’a gezmeye gelmiş, bol bol resim çektirip geri dönmüştü.


Yarı Finaldeki rakibimiz bu sefer İngiliz Leeds United’dı. Maçtan önce yaşanan üzücü olaylar sebebiyle 2 İngiliz taraftar hayatını kaybetmiş ve maça da böyle bir atmosferde çıkılmıştı. Şu anda biricik Oz büyücümüz olan Harry Kewell o dönemlerde Leeds United forması giymekteydi. Leeds’in o efsane kadrosuna karşı ilk gol CApone’den gelmişti. CApone’nin alışık olduğumuz duran topta attığı gollerden biriydi bu. İkinci gol ise Hakan Şükür’ün enfes kafa vurulunda geldi. ‘’Hiç fark etmez…Hiç fark etmez…Alman, İtalyan, İspanyol, İngiliz hiç farketmez’’ rövanş maçı ise çok daha enteresan olacaktı. Çünkü Uefa tehlikeli olacağından ötürü bizim seyircimizin maça alınmamasını kararlaştırmıştı. Böylece binlerce İngilizin önünde 11 Aslan mücadelesini verecekti. Rövanşta Hagi’nin penaltısıyla bulduğumuz erken gol bizi artık iyice rahatlatmış, ‘’Şimdi onlar düşünsün’’ dedirtmeye başlamıştı. Ancak Eirik Bakke 2-3 sefer denediği şeyi sonunda başarmış ve golü atarak skoru 1-1’e getirmişti. Ancak dakikalar 42’yi gösterdiğinde Hagi’nin enfes çalımı ve pasıyla buluşan Halkan Şükür, rakibin belini kırıp inanılmaz bir gole imzasını atmıştı. ‘’Kim attı kral attı. Hem de Leed’te, Ellend Road’da….Kralın imzası.’’ Ardından birde rakip üstüne 10 kişi kalınca finalde rakibimiz kim olur diye beklemeye başlamıştık. İlginçtir bu maçta kırmızı kart gören isim Harry Kewell’dan başkası değildir. Ancak gereksiz bir kırmızı kartla Galatasaray’da 10 kişi kalıp yine Bakke durumu 2-2 yapınca haifitn endişelenmedik değil. Ancak kalan dakikalarda başka gol olmamış ve Galatasaray adını finale yazdırmıştı


Finalede rakibimiz bir başka İngiliz Arsenal’dı. Maçtan önce hemen hemen herkes Arsenal’ı favori gösteriyor, bahisçiler evi arabayı satıp Arsenal’a basıyordu. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardı; ‘’Galatasaray adının olduğu yerde her zaman umut vardır’’. Leeds united maçında Galatasaray taraftarından öfkesini alamayan ingiliz holiganlar ile bizdeki holiganlar 1. Tivoli meydan savaşına giriyor kazanan süvari birliği çok olan Danimarka kolluk kuvvetleri oluyordu. Maça iyi başlayan cimbom Arsenal’ı boğuyor rahat oyun kurmasını engelliyordu. Daha o zamanlar tüyü bitmemiş yetim olan Thierry Henry maçta fazla pozisyona giremiyordu. Terim’in en sevdiği oyunculardan Overmans maçta Galatasaray kalesini en çok zorlayan isimlerdendi. Ancak ilk yarının sonlarında Arif saç baş yolduracak, kalp krizi geçirtecek, inme indirecek bir pozisyonu harcıyordu. İkinci yarı da ise değişen pek bir şey olmamış karşılıklı ataklar ve pozisyonlarla devam edilmişti. Uzatmaların geleceği çok açıktı ve öyle de oldu. İlk uzatma devresinde bütün Türkiye’nin hep bir ağızdan söylediği bir cümle vardı; ‘’Neden Hagi’’. Ancak tribünlerdeki Galatasaraylıların hep bir ağızdan söylediği Gençlik marşı çok daha etkileyiciydi. ‘’Dağ başını duman almış…’’ bugün nerede duyulsa tüm Galatasaraylıların tüylerini diken diken eden bir marş. Galatasary 10 kişi ile direniyor Arsenal ise maçı uzatmalara götürmeden altın gol ile bitirmek istiyordu. Evet o yıllarda altın gol uygulaması deveredeydi. Yani uzatmalarda gol atıldığı anda maç bitiyor ve golü atan takım galip ilan ediliyordu. Herkes tam bunları içinden geçirirken sağdan gelen bir ortaya arka direkte Henry yükselmiş, defanstan kimse topa ve Henry’e müdahale edememişti. Henry yükselip kafayı vurduğunda Türkiye’deki 60 milyondan 120 göz aynı andan kapanmış ve ne olur gol olmamış olsun diyerek açılmayı beklemekteydi. Öyle ki takım kaptanı Bülent Korkmaz bile maçta bu pozisyon olunca gözlerini yumduğunu daha sonra yapılacak röportajlarda belirtmişti. İngiliz seyirciler gol diye ayağa kalkmış, İngiliz publarında herkes biralar benden diye bağırmaya başlamışken bir çift el, ağlara doğru yönelen topu tokatlarken görülmüş ve topun kale dışına gidişiyle tüm Galatasaraylılar derin bir oh çekmişti. O iki elin sahibi Taffarel’den başkası değildi tabi ki. O eller sadece topa değil kupaya da uzanan ellerdi. Son dakikalarda Korkmaz kaptanda sakatlanmış zaten 10 kişi oynayan takım iyice zor duruma düşmüştü. Ancak Korkmaz’ın oyundan çıkmaya hiç niyeti yoktu. Öyle ya ne rakipleri yenip gelmiş, ne forvetlere aman vermemişti ‘’basit’’ bir omuz çıkmasından mı korkacaktı. Sarın dedi kolumu gerekiyorsa kesin ama ben geri dönüyorum sahaya. Benim yerim çimlerdir yedek kulübesi değil! 

Uzatmalarda bitmiş ve artık herkes heyecan içinde penaltı atışlarını beklemekteydi. Kaleci Taffarel’e güven sonsuzdu, zira daha önce bu kadar kritik başka bir penaltı durumuyla karşı karşıya kalmıştı. 94 Dünya kupasında Baggio’nun karşısında duruyordu Dünya kupasına uzanmak için. Şimdi ise sıra kulüp bazında bir kupa kladırmaktaydı. İlk penaltıyı Ergün yan filelerin tozunu atarak alınca herkese bir rahatlama gelmişti. Ancak Arsenal’da topun başına büyük golcü, 98 Dünya kupasının gol kralı Suker gelmişti. Suker topa vurdu Tafi uzandı yetişemedi ama direğer çarpan top dışarı çıkınca tüm Türkiye bu kupa bizim olacak diye haykırıyordu. 2. penaltılara geçildiğinde topun başına Hakan Şükür geliyordu. Herkes acaba kaçırır mı diye endişe ederken Hakan topu 90’a yolladı. Sıra İngilizlerdeydi. Parlour topa vurduğunda ARsenal tribününden maç boyu sadece 1 sefer yükselecek olan’’Yeaaahhhh’’ sesi geldi. Ancak hala 2-1 öndeydik. Ümit Davala belki bundan çok daha kritik olan Milan maçındaki penaltıyı gole çevirmişti. O maçta ‘’Aziz’’ Abbiati’yi bakkala yollayan Ümit bu sefer de Seaman’ı manava gönderip durumu 3-1 yapıyordu. Arsenal’da ise topun başına Vieira gelmiş ‘’Ulen penaltı görün siz. Kaleciyi bile içeri sokacağım.’’ Diyerekten topa abanmıştı. Ancak top üst direkten içeri dönünce ‘’Offff anam anam offf’’ dediği gözlenmiş, Galatasaray yedek kulübesi ise sahaya dalmamak için kendini zor tutmuştu. Sıra Popescu da idi. Popescu bu penaltıyı atarsa Galatasaray Uefa kupasının şampiyonu olacaktı. Galatasaray Uefa kupası şampiyonu olacaktı. Galatasaray Uefa kupası şampiyonu olacaktı. Evet şampiyon olacaktık. Popescu topun başına geldi, topu dikti ve hakemin işaretini bekledi. ‘’Haydi oğlum, haydi oğlum…’’. ‘’Gooooollll, Goooollll, hahahaha...Kupa bizim, Kupa bizim’’



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder