7 Aralık 2010 Salı

19 Ekim 2010 Salı

Galatasaray'ın Yönetilememesi


Pazar günü alınan Ankaragücü mağlubiyeti ile beraber Galatasaray'da işler iyice ters gitmeye başladı. Zaten basiretsiz olan yönetimin iyice basiretsiz işlerine şahit olduk hep beraber. Maçtan hemen sonra Pazartesi günü bir yönetim kurulunun olağanüstü oalrak toplanacağı açıklandı. Açıkçası bu kararı garipsedim. Eğer olağanüstü bir durum varsa(ki görüldüğü üzre var) maçtan hemen sonra acil bir toplantı yapılır ve değerlendirmeye alınır. Ancak Galatasaray yönetimi bu işi 1 gün daha ileri attı. Pazartesi günü idmana çıkacak futbolcuların ve teknik heyetin halini ve psikolojisini hiçe sayan bir karar. Üstelik tam da Fenerbahçe derbisi öncesi.


Hadi buna bir anlam yüklemeye çalıştık diyelim ancak şoke eden bir haber daha geldi resmi siteden. Salı günü tüm gün izinliydi futbolcular. Çarşamba sabah idmanı da olmayacaktı. Bu kararı yönetim mi, yoksa artık gitti gözüyle bakılan Rijkaard mı verdi tam bilinmiyor. Ancak şu aşamada Rijkaard'a pek söz düşmeyeceğini düşünrsek sanırım idari bir izin. Bütün bunlar olup biterken akşam saatlerinde toplanan yönetim kurulundan müthiş bir açıklama daha geldi. Tartışılan konuları ve alınan kararları ileriki günlerde açıklayacaklarmış. Hangi ilerleyen günlerde acaba diye merak ediyor insan. Tam Fenerbahçe derbisi öncesi yapılan abesle iştigal yönetim işleri olarak adlandırıyorum bunları. Ama şaşırdık mı; tabi ki hayır.


Şimdi gelelim geçen seneye. Sayın başkan Adnan Polat televizyon ekranlarına çıkıp bütün Türkiye'nin önünde Leo Franco önümüzdeki yıl kadromuzda olmayacak, onu göndereceğiz dedi. İdari bir karardır, karşı çıkıp çıkmamak tartışılabilir. Ancak sezon açıldı bir de baktık ki Leo Franco takımla beraber kampa gidiyor. Aradan neredeyse 4-5 ay geçmiş ve Leo Franco hala takımda. Transfer sezonu açılmış, herkes transfer yapmaya başlamış Leo Franco hala takımda. Eğer oyuncunun sözleşmesini fesh edecek durumda değilseniz bu olayı patt diye açıklayamazsınız. Eğer göndereceğiz dediyseniz de lig biter bitmez sözleşmesini fesh eder, bonservisini eline verip yollarsınız. Fenerbahçe maçı sonrası tribünlere hoş görünmek adına yollayacağım deyip sene sonu maliyeti gördüğünüz zaman yana yakıla satacak takım aramak tam anlamıyla tribünlere oynamaktır. 


Muhtemelen Rijkaard için de aynı durum söz konusu. Toplantılar yapıldı, kararlar verildi ama göndermeye cesaret edilemedi. Hangi Rijkaard peki bu? Sayın başkan'ın çok değil 1-2 ay önce herkesin seyrettiği bir spor programında hocamızdan çok memnunuz, o kadar ki sene bitmeden yeni sözleşme teklif edeceğiz dediği Rijkaard.


Normal şartlarda taraftarların ve taraftar örgütlerinin hesap sorması gereken açıklamalar geliyor üstüste yönetimden. Ancak o kadar dar kalıba girmişiz ki hala 4-3-3'teyiz, Mustafa Sarp'tayız, Rijkaard'da, Neeskens'teyiz. Sonumuz hayır olsun diyorum sadece. Özhan başkan da rahat uyuyabilir. Tarih artık onu Galatasaray'ın gelmiş geçmiş en kötü başkanı olarak yazmayacak.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Özür Dilemek İçin Geç Değil


Herkes hata yapabilir. Özür dileyip hata yaptığını kabul etmek kimseyi küçültmez aksine büyültür. Sayın başkan...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Bekir Çınar


Futbolseverler şu günlerde transfer gündemile meşgul. Tabi hal böyle olunca spor gazeteleri de bu gündeme ilişkin haberler vermekte. Ama geçen gün çok üzücü bir haber vardı. Bazı gazetelerde hiç yer almadı bazılarında ise 3 satır yazı ile geçiştirildi. Adana Demisrpsor'un eski başkanı sayın Bekir Çınar intihar etmişti. Çınar başkan olduğu dönemde Demirspor'a kendi cebinden para yardımı yapmış ve tefecilerin eline düşmüş okuduğum kadarıyla. Tabi önemsiz bir haber olduğundan çok yakından takip edemiyoruz.

Bekir Çınar Livorno'yu Türkiye'ye getirtip Adana Demirspor ile maç yapmasını sağlayan başkandı. Belki kendi siyasi görüşü tam zıttı ama taraftarın istediğini yapmaktan çekinmedi, bundan gocunmadı. 

Televizyonda alıp veren oyuncular, gidip gelen adamlar, Cana gibi oyuncuların Bank Asya liginde 50 tane olması konuşuladursun Çınar sonsuzluğa uğurlandı. Evet gerçekten sıkıntı var ama bu hem ülkemiz medyasında hem de ülkemiz sporunda. Umarım Çınar'ın vefatı bazı şeylerin düzelmesine yol açar diyeceğim ama hiç sanmıyorum. Bu yazı yerine X Galatasaray'da haberi yapmak veya Rijkaard futbolu bilmiyor yazmak hem daha dikkat çeker hem de daha çok yorumlanır. Ulusal basının rating savaşı yapması gayet normal olsa bile bloglar veya alternatif yazıların bile o eksene kayması, böyle önemli bir konu hakkında çok az yazı okuyabilmemiz maalesef hiç iyi değil.

Neyse gündemimiz neydi. Evet mi hayır mı? 

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Mamadou Niang #2


Daha önce Mamadou Niang ile ilgili görüşlerimi yazmıştım. Şimdi Fenerbahçe transfer etti diye Rıdvan Dilmen gibi girip ''Niang kim Güntekin, böyle 50 tane adam var Türkiye'de.'' diyecek değilim. Öncelikle en ihtiyacı olan mevkiye yapabileceği en iyi transferi yaptı Fenerbahçe. Böyle üst düzey bir oyuncuyu Türkiye'de izleyecek olmak zevkli olacak. Ama hem Marsilya hem de Galatasaray taraftarı olarak üzülmedim de değil. 

Hem sırtı dönük oyunda hem de yüzü dönük oyunda çok başarılı bir forvet. Kanatlara açılıp ortadan gelen oyunculara pozisyon hazırlaması da başarılıdır. Bu bakımdan gol yüzdesi kadar asist yüzdesi de yüksek olacaktır. Kezman, Güiza örnekleri ile karşılaştırmak büyük hata olur. Drogba'yı buralara getiremeyeceğiniz için onun yerine alınabilecek en iyi alternatifi transfer etmiştir Fenerbahçe. Gyan gösterip Ninag vurmak son yıllardaki en büyük başarısıdır yine Fenerbahçe'nin.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

İçinde bulunduğumuz hal bu mudur? Budur..



Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Giovanni Moreno-Racing Club



Giovanni Moreno'dan daha öne bahsetmiştim şurada. Tam benim beklediğim ve istediğim gibi bir tercih kullandı. Yeni sezonda onu Arjantin'de, Racing Club'da izleyeceğiz. Oranın mücadele gücü ve temposu biraz daha geliştirmesini sağlayacaktır futbolunu. En geç önümüzdeki yaz Avrupa'ya, orta düzey bir takıma gideceğini düşünüyorum. 

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Matias Vuoso vs. Salvador Cabanas


Salvador Cabanas'ın yakın zaman önce geçirdiği talihsiz saldırı sonucunda yaralanması kuşkusuz America'yı da derinden etkiledi. Cabanas, America için çok önemli bir oyuncu. Hatta futbol hayatına devam etseydi sadece America'nın da değil Meksika'nın da efsane isimlerinden biri olarak kazınacaktı tarihe. Gerçi hala öyle olduğunu söyleyebiliriz.

Cabanas'ı bir anda kaybeden America sezon içinde kısmi bir çözüm üretse de uzun vadede daha sağlam adımlar atması lazımdı. Apertura 2010 öncesi bu adım gerçekleşti. 2006 yılında kısa bir dönem formalarını giyen Vicente Matias Vuoso'yu tekrar transfer ettiler. Sözleşmesi sona erdiği için herhangi bir bonservis bedeli de ödenemedi Santos'a. Bana göre 10 numara transfer oldu. O açığı kim kapar dense ilk akla gelecek adamdı Vuoso. Özellikle Clasura 2008'de Santos'u şampiyonluğa taşıyan üstün performanstan sonra çok göze girmişti tekrar. Ancak sürekli iniş çıkışlı performansı olunca ne yapacağını kestirmesi zor oluyor. Clasura'yı fena sayılamayacak şekilde 6 golle kapattı. Bilhassa ekürisi Cristian Beniitez'in ayrılması onu etkilemişti diye düşünüyorum. Gerçi Benitez'de bu Apertura ile beraber geri dönecek Santos'a.

Vuoso Meksika'yı iyi biliyor. Orası artık vatanı gibi oldu demeyeceğim çünkü direkt vatanı oldu. Meksika pasaportu alması ile beraber az da olsa Meksika milli takımında yer aldı. Hatta Dünya kupası öncesi Aguirre onu hazırlık maçlarında denemişti. Ancak formsuz geçen 1-2 dönemden sonra orada da gösteremedi kendini. 

Ben Vuoso'nun tekrar bir sıçrama yapacağını düşünüyorum Apertura ile beraber. En az 8-10 gol arası atar. Yerinde bir transfer oldu America için. Her ne kadar kendilerinden hoşlaşmasamda. Dünya kupasında kendini gösteren Beausejour, çok beğendiğim  Enrique Esqueda ve Cabanas'ın sakatlığı sonrası kısa dönemde forma şansı bulan ama çok başarılı olan Antonio Lopez ile birlikte gol yollarında epey etkili olacaklardır.

29 Haziran 2010 Salı

Metalvaktim



Sonisphere festivali kapsamında müthiş bir metal müzik fırtınası geçti ülkemizden. Şimdi adını burada anmak istemediğim bir gazetemsinin provakasyonuna rağmen muhteşem bir 3 gündü. Yukarıda görüldüğü gibi İran Metallica Fan Club üyeleri de oradaydı. Kendi ülkelerinde yaşayamadıkları özgürlüğü ülkemizde elde etmişlerdi. Zira kendi ülkelerinde değil bu tür müzik yapmak, dinlemek bile yasak. Kendilerini vincin tepesinde asılırken bulurlar. Ama dediğim gibi onlarca kilometre tepip buralara gelerek bu festivale katıldılar. Bu yukarıdaki resim de o gazetemsiye kapak olsun.

Festival iyisi ile kötüsü ile geçti. Organizasyon konusunda çok sıkıntılar var. Ama sürekli şikayet ederek bunları aşmak zor. Sanırım bu tür organizasyonları yaptıkça bu sorunlar aşılacak. Yani umarım böyle olur. Şimdiden Sonisphere 2011'i beklemeye başladım. Sonisphere 2010 bittikten sonra içimde bir burukluk, hüzün var 2 gündür.

22 Haziran 2010 Salı

Maradona Tekrardan Yunanistan'a Karşı






ABD 94'i hatırlayanlar o Arjantin takımını da hatırlayacaktır mutlaka. Kaptan Maradona, Caniggia, Batistuta, Redondo gibi efsanelerin olduğu bir takımdı. İlk maçlarını da Yunanistan'a karşı oynamışlardı. Maçı 4-0 kazanmıştı Arjantin. Yukarıda gördüğünüz müthiş golü de Maradona atmıştı. Ama bu onun son maçı olacaktı. Daha sonra patlayan kokain skandalı hem Maradona'nın hem Arjantin'in önüne taş koymuştu. Bugün, 16 yıl sonra tekrar bir Dünya kupasında karşılaşacak 2 takım. Maradona ise bu sefer teknik direktör olarak Arjantin'in başında.

15 Haziran 2010 Salı

Aguirre'nin Oscar Perez seçimi


Meksika-G.Afrika maçından sonra en çok konuşulan konuların başındaydı kaleci seçimi. Aguirre son hazırlık maçlarında ısrarla Oscar Perez'e şans verince ilk 11'e yerleşeceği belliydi Perez'in. Ancak ben yine de herşeye rağmen Ochoa'nın kaleyi alacağını düşünüyordum ki yanılmışım. Meksika'da benim en sevdiğim ve tuttuğum takım olan Jaguares'te oynadı geçen sezon Perez ama buna rağmen ilk 11'i hakettiğini düşünmüyorum. Kötü bir sezon geçirdi diyemeyiz belki ama bu ağırlıkta ve tempoda maçları kaldıramaz. İngiltere karşısında yaptığı hatalarda da ciddi uyarılar veriyordu zaten. Eğer Meksika yenilmediyse bu G.Afrika'nın bir bakıma beceriksizliğinden geldi.

Aslında kupa öncesi yazdığım yazıda Perez'i 3. kaleci olarak gördüğümü söylemiştim. Öyleydi de zaten. Ochoa ve L.E.Michel'den bir adım geride bana göre. Hatta turnuvaya davet edilmeyen Corona'dan da iyi değil. Ancak Aguirre enteresan bir şekilde Oscar Perez'e güveniyor. Ben ise hiç mi hiç güvenemiyorum. Meksika'nın bir an önce bu sorunu çözmesi lazım. Kaleyi Ochoa veya en azından Michel'e devretmeli Aguirre.

10 Haziran 2010 Perşembe

Hoşgeldin Sevgilim


4 senede bir görüyorum seni. Ancak içimdeki aşkım hiç sönmüyor. Bazen gece yarıları bazen gündüzün körü çıkıyorsun karşıma. Ama o günler, sana kavuşacağım günler ne zaman yaklaşsa heyecan basıyor içimi. Kimi zaman bana sürpriz yapıyorsun kimi zaman beklediğim şeyleri. Yine çok az kaldı kavuşmamıza. Yine heyecan bastı beni. Binbir güzelliklerinle hoşgeldin Dünya kupası...

3 Haziran 2010 Perşembe

Afrika yolcuları: Son Şampiyon İtalya


Sıkıcı keyifsiz futbol, savunma futbolu, Catenaccio, kontra atak oyunu diye sürekli eleştirilen bir ülke; son şampiyon İtalya. Catenaccio sistemini bırakmış olsalar bile en ufak savunma futbolunda bu terim üstlerine yapışmış durumda. Oysa 4’lü ve alan savunması anlayışıyla oynuyorlar uzun zamandır. Ayrıca sarkık bir geri libero da yok. Ama hücumun maç kazandırdığını savunmanınsa şampiyon yaptığını biliyorlar.

 

İtalya elemelerde 7 galibiyet ve 3 beraberlik alarak İrlanda Cumhuriyeti’nin önünde grubunu lider bitirdi. Ancak aldığı en farklı galibiyet 2-0.  Savunma oyunu tabi her zaman olduğu gibi biraz ön plandaydı. Bu sırada bazı oyunculardaki performans düşüklüğü de İtalya’yı etkiledi.

 

İtalya şimdiye kadar oynanan Dünya kupalarından sadece 1958 İsveç’e katılamadı. 1930 Uruguay Dünya kupasına ise kendi isteğiyle katılmamıştı. Onun dışındaki tüm kupalarda yer alan bir ekip. Yani 1958’den beri de aralıksız katılıyorlar. 1934, 1938, 1982, 2006 Dünya kupalarında şampiyonluğu kucakladılar. Ayrıca 1970 ve 1994’te final oynayıp kaybettiler. Bunun haricinde 1 üçüncülük, 1 dördüncülükleri var. Dünya kupalarının her zaman favorilerinden birisidir yani İtalya. Bu turnuvada ne yapabilirler oyuncuları ele alarak biraz inceleyelim.

Kale:


Burada üstünde tartışılmayacak bir isim var haliyle; Gianluigi Buffon. İsim olarak onu tartışmak abesle iştigal. Dünyanın sadece şimdiki zamanda değil tüm zamanlarda en iyi kalecilerinden birisi Buffon. Ama bu sezon hem sakatlıklardan dolayı hem de kulübünün kötü performansından dolayı o da bir düşüş  içindeydi. İyi bir sezon geçirmedi ve çok tartışıldı. Ama büyük oyuncular büyük turnuvalarda belli olur. Buffon’da bu turnuva ile beraber kendisine duyulan güveni boşa çıkartmayacaktır. 1 numaranın sahibi tabi ki kendisi olacak. Onun yedeği ise çok tanıdık bir isim. Bu sezon Napoli’de gösterdiği performans ile İtalya’da adından sıkça söz ettiren Morgan De Sanctis. De Santis Galatasaray’da eleştirildiği dönemlerde bile sürekli kadroda yer alan bir isimdi. Ancak genelde 2.kaleci Marco Amelia’nın ardından 3. kaleci oluyordu. Amelia’nın Livorno’dan ayrıldıktan sonra bir türlü dikiş tutturamaması ve giderek performansını düşürmesi De Sanctis’i onun önüne çıkardı. 3. isim olarak ise Serie A’yı düşme hattının  hemen üstünde bitiren Cagliari’nin kalecisi Federico Marchetti var. Kendisine muhtemelen pek şans gelmeyecektir ama ligde yediği goller de kötü kaleci olduğu anlamına gelmez.

Savunma:



Yukarıda yazdığımız gibi haliyle İtalya için en önemli yer burası. Tecrübeli ve genç yetenekleri harmanlamış vaziyetteler bu turnuva için. 36 yaşındaki kaptan Fabio Cannavaro ve Milan’ın 33 yaşındaki oyuncusu Gianluca Zambrotta takımın tecrübelileri. Bunlara 28 yaşında olmasına rağmen İtalya ve Juventus ile zorluk düzeyi yüksek maçlara çıkan Giorgio Chiellini’yi de ekleyebiliriz. Diğer kalan 4 oyuncu ise ulusal takıma yeni girmeye başlamış oyuncular. Chiellini ve Cannavoro’yu stoperde, Zambrotta’yı sağ bekte Domenico Criscito’yu da sol bekte göreceğiz muhtemelen. Criscito’da genç olmasına baskıyı kaldıracak bir oyuncu. Serie A’da Genoa ile 3 sendir çok iyi bir performans sergiliyor. Tabi bu sene Napoli forması ile çok iyi işler çıkaran Christian Maggio’yu da bu 11’i zorlayacak isimlere ekleyebiliriz. Zambrotta sol bek oynar ise Maggio’yu sağ bekte görebiliriz. Zira tüm kadroda Maggio ve Zambrotta dışında sağ bekte oynayacak oyuncu yok. Kalan iki isim ise yine Genoa’da Salvatore Bocchetti ve Bari’den Leonardo Bonucci. Eğer Cannavaro’nun performansı tatmin edici olmaz veya sakatlık yaşanırsa stoper mevkisi için sıra bekleyecek isimler de bunlar. Bilhassa Andrea Ranocchia ile birlikte Bari’de çok iyi bir sezon geçiren Bonucci zorlayabilir.

Orta Saha:


Orta sahanın ortasında epey yetenekli isimler var İtalya’da. Müadele hırsı ve azmini çok iyi bildiğimiz Gennaro Gattusa, yine aynı agresiflikte oynayan ama daha teknik Roma’lı Daniele De Rossi, geriden oyun kuran ve etkili pasları, uzaktan şutları ile rakibi zorlayan Andrea Pirlo, Sampdoria’nın kaptanı ve Gattuso’su Angelo Palombo takımın defansif ağırlıklı oynayan orta saha oyuncuları. 2008 Pekin olimpiyat oyunlarında takımın en önemli kozlarından olan Fiorentina’Lı Riccardo Montolivo burada da hücum yöenünden çok şey katabilir İtalya’ya. Orada sergilediği performansa rağmen İtalya çeyrek finalde elenmişti. Şimdi göstereceği performans ile İtalya neler yapar göreceğiz. Ayrıca 2006 Dünya kupası finalinden sonra sahanın ortasında uzun saçlarını kestiren son samuray Mauro Camorenesi de tekrardan kadroda. Bakalım bu sefer kupayı kaldırırlarsa farklı bir atraksiyon deneyecek mi? Juventus belki kötü bir sezon geçirdi ama Claudio Marchisio yine kadroda tabi ki. Bu sezon İnter’e karşı oynadığı futbolu tekrar etmesi kendisinin adını uzun bir müddet zikretmemiz için yeterli olacaktır. Çok teknik bir oyuncu. Uzaktan şutları, etkili pasları, göze hoş gelen çalımları pek hazzedilmeyen İtalya takımında sıklıkla gösterebilir bize. Simone Pepe ise İtalya’nın Ribery’e cevabıdır muhtemelen. Topla birlikte müthiş hızlı ve tutulması zor bir kanat oyuncusu.

Hücum:


Savunma futbolu oynuyor diye eleştirilen İtalya savunma oyuncularında biraz sıkıntı çekse de hücum konusnda çok elternatifli bir kadro var. Hatta öyle ki Giuseppe Rossi gibi bir isim kadronun dışında kaldı. Ayrıca aylarca İtalya gündemini meşgul eden Amauri konusu İtalya yönünde çözüme ulaşsa da ve Amauri’nin İtalya ulusal takımında oynamasını önünde bir engel kalmasa da kadroya giremedi. Belki Palermo’da kalsa kadroda olacaktı ama forvet konusunda bol alternatifli Juventus seçimi Amauri’yi geriletti. Yine bir yanlış seçim sonrası Milano yollarına düşen ama sonunda Floransa’da kendini bulan Alberto Gilardino ise kadroda kendine yer bulan isimlerden. Büyük maçların oyuncusu değil söylemi biraz üstüne yapıştı. Ama şampiyonlar liginde ve Uefa Avrupa liginde başarılı olması bu ön yargının biraz kırılması gerektiğini gösteriyor. Amauri kadroya giremedi ama takım arkadaşı Vincenzo İaquinta forvet hattına ismini yazdıranlardan. Uzun boyuyla sıkışan maçlarda İtalya adına önemli işler yapabilir. Antonio di Natale ise geç gelen şöhretin hem keyfinde hem üzüntüsündedir muhtemelen. 32 yaşında ve çok büyük ihtimalle ilk ve son Dünya kupası olacak. Onu forvet hattında değil kanatta veya forvet arkasında izleyeceğiz tahminen. Ancak ilk 11’deki yeri garanti olanlardan. Serie A’da geçtiğimiz sezon  tam 29 gol attı ve gol kralı oldu. Bu rakamı az bulabilecekler için söyleyelim son 50 senede 29 gol veya fazlasını atan sadece 1 oyuncu oldu; Luca Toni.  Fabio Quagliarella ise Napoli’ye epey pahalı bir ücrete transfer olmasına rağmen Napoli’nin iyi bir sezon geçirmesinde katkısı olanlardan. 11 gol 6 asist ile tamamladı sezonu. Giampaolo Pazzini için Roma’yı şampiyonluktan eden adam diyebiliriz. Şampiyonluk yarışının son anlarında Roma ile İnter çekişirken, Roma’ya hem de Olimpiyat stadında 2 gol birden atarak şampiyonluk hayallerini başka bahara erteletti. Kendi açımdan söyleyecek olursam ilk 11’e ilk yazacağım isim olurdu Pazzini. Bakalım Lippi Gilardino ve İaquinta gibi isimlere tercih edecek mi Pazzini’yi.

İtalya bu turnuvaya gelirken pek favori görülmüyor açıkçası genelde. Ancak bu adının pek geçmeme durumu onları pozitif etkileyebilir diye düşünüyorum. Her ne kadar artık Silvio Berlusconi yüzünden ‘’Forza İtalia’’ diyemesekte ‘’Forza Azzurri’’ diyerek destekleyeceğiz bu sefer gök mavileri. Bakalım Lippi yönetiminde oyuncular birlik olup ‘’İtalyanların kardeşliği’’ni bize gösterebilecekler mi?

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Dünya Kupasında Göremeyeceklerimiz: Kolombiya



Kolombiya ve futbol denince akla kuşkusuz ABD 94 turnuvası gelir. Ocar Cordoba, Faryd Mondragon, turnuva sonrası vurulup öldürülen Andres Escobar, futbolundan çok saçlarıyla gündemde kalan Carlos Valderrama, Faustino Asprilla, Adolfo Valencia hemen akla gelen isimlerdi o turnuvadan. Kolombiya eleme gruplarını müthiş bir sonuçla bitirmiş ve o zamanlar 2 ayrı grupta oynanan Güney Amerika grubunu Arjantin ve Paraguay’ın önünde lider bitirmişti. Hem de son maçta Arjantine’e kendi evinde 5 atarak. Turnuva öncesi favori takımı sorulan Pele’ye; ‘’Favorim Kolombiya’’ dedirtmişti. Pele’nin kötü bir tahminci olduğu ve iddaa kuponu doldurulurken dikkate alınmaması gerektiği de turnuva sonunda ortaya çıkacaktı. Zaten bu turnuva öncesi de Diego Armando Maradona’nın en büyük dayanağı da bu. Zira 2010 öncesi Pele; ‘’ Arjantin bu turnuvada büyük hüsran yaşayacak.’’ dedi. Maradona ise cevaben; ‘’Pele öyle dediğine göre şampiyon biziz.’’ lafını yapıştırdı.


Kolombiya Pele kadar kendini iddialı görmese de en azından Romanya, ABD ve İsviçre’nin bulunduğu gruptan çıkmayı planlıyordu. Ama işler bir türlü istenilen gibi gitmedi. 4 takımdan 3’nün çıktığı grupta, Kolombiya sonuncu olarak turnuvaya erken veda etti. ABD maçında kendi kalesine gol atan Escobar için ise bu sonun başlangıcı olmuştu. Kimilerine göre bu gol yüzünden kimilerine göre ise bulaştığı mafya işlerinden dolayı evine döndükten sonra vurularak öldürüldü. Şampiyon Kolombiya olarak değil de, Hagi’nin efsane bir gol attığı Kolombiya olarak hatırlanacaktı turnuva sonunda. Fransa 98’e Arjantin ve Paraguay’ın ardından 3. sırada yer bularak gelecekti bu sefer Kolombiya. Brezilya son şampiyon olduğu için elemelere katılmamıştı o zamanki statüye göre. Ancak İngiltere, Tunus ve yine Romanya ile eşleşen Kolombiya yine gruptan çıkamamış ve sadece Tunus’u 1-0 yenerek 3 puanla grup 3.sü olarak turnuvaya erken veda etmişti.

İşte Kolombiya’nın son 2 Dünya kupası performansı bunlar. Çünkü onlar 1998 yılından sonra Dünya kupasına katılamadı. 2002 ve 2006 elemelerini 6., 2010 elemelerini ise 7. sırada bitirerek turnuvaya hasret kaldılar. Ancak ülke futbolu yeniden bir yapılanma içinde. Son dönemde oynadıkları başarılı futbol onlar adına biraz ümit ışığı oldu. Belki 2011 yılında yapılacak olan Copa America ile beraber tekrar yükselişe geçebilirler.


İvan Cordoba, Mario Yepes, Cristian Zapata, Juan Camilo Zuniga, Freddy Guarin, Juan Pablo Pino, Hugo Rodellaga, Wason Renteria, Falcao gibi Avrupa’da oynayan yıldızların yanı sıra ülke içinde ve Amerika kıtasında da iyi oyunculara sahipler. Ulusal takıma çıkar çıkmaz farkını belli eden Jackson Martinez ve Giovanni Moreno, Şili’de oynayan Macnelly Torres ve Trabzonspor’a büyük umutlarla gelen Teofilo Gutierrez takımın yeni kozları.

Yeni yüzleriyle kabuk değiştiren ve iddalı olmaya başlayan Kolombiya bu turnuvada yok. Ama umarım bu jenerasyonu da fazla yaşlandırmadan 2014’te, komşuları Brezilya’da onları görürüz.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Dünya Kupası İncelemesi: Meksika



Hugo Sanchez’in taklaları, Jorge Campos’un kendi dizaynı olan birbirinden ilginç kaleci formaları, Sombrero ile maç seyreden taraftarları, Blanco’nun meşhur ‘’kanguru sıçrayışı’’çalımları ile her Dünya kupasında farklı bir tat olmuştur Meksika. Ayrıca 1970 ve 1986 Dünya kupalarına da ev sahipliği yapmıştır. Özellikle 1986 Dünya kupası tüm futbol tarihi açısından unutulmaz anlara sahip bir turnuvaydı. Maradona’nın yıldızının iyice tavana vurduğu, İngiltere’ye karşı efsane bir gol attığı, bunun yanında meşhur ‘’Tanrı’nın eli’’ golünün olduğu turnuvaydı. Ayrıca  bu kupayla beraber tüm dünya literatürüne yeni bir sevinç ve eğlence ekliyordu Meksikalılar; Meksika dalgası.

 

Meksika bugüne kadar oynanan 18 dünya kupasının 13’üne katılmayı başardı. Kupanın gediklilerinden bir bakıma. 1934 dünya kupasına son anda ABD ile oynaması gereken bir play off eklenince katılamamıştı Meksika. 1938 Fransa’ya ise katılmamıştı kendi isteği ile. 1974 ve 1982 Dünya kupalarında ise elemeleri geçememişti. Son katılamadığı İtalya 90’da ise cezalı olması sebebi ile boy gösteremiyordu Meksikalılar. İtalya 90’dan sonra bütün Dünya kupalarına katıldığı gibi hepsinde de gruptan çıkmayı başardı.

 

Meksika’nın tarihindeki en büyük Dünya kupası başarısı ise kendi evlerinde 1986 yılında oynanan turnuvada geldi. Çeyrek finalde Batı Almanya karşısında, normal süresi 0-0 biten maçta penaltılar ile Almanlara 4-1 boyun eğen Aztekler böylece bir rüyadan erken uyanıyordu. O Batı Almanya ise finalde Maradona’lı Arjantin’in karşısına çıkacaktı. ABD 94’te 2.turda yine penaltılarla turnuvanın sürpriz takımlarından Bulgaristan’a eleniyorlardı 3-1 ile. Fransa 98’de Almanya’ya karşı 1-0 öne geçmelerine rağmen bunu koruyamıyorlar ve Bierhoff’un son dakikalarda attığı golle çeyrek finali yine kıl payı kaçırıyorlardı 2-1’lik mağlubiyetle. G.Kore ve Japonya 2002’ye geldiğimizde ise çoğu otoriteye göre sürpriz bir şeklide gruptan İtalya’nın önünde lider çıkıyorlar ama yine 2. turda bu sefer mutlak favori oldukları maçı 2-0 kaybediyorlardı ABD’ye karşı. Ve şansızlığın son halkası; Almanya 2006. Grubu Portekiz’in ardından 2. sırada bitiren Meksika’nın karşısına turnuvanın favorilerinden Arjantin çıkmıştı. Rafa Marquez ile 1-0 öne geçen Meksika bu üstünlüğünü çok fazla koruyamamış ve Crespo’nun golüyle maça denge gelmişti. Ancak ilerleyen dakikalarda gol olmayınca maç uzatmalara gitti. Bugün bile hafızlardan çıkmayan muhteşem bir gol atan Maxi Rodriguez uzatma dakikalarında Meksika’nın hayallerini yıkan isim oluyordu. 2010 elemelerine ise sıkıntılı bir süreçte başlayan Meksika bir ara turnuvaya katılamama tehlikesi bile yaşadı. Bilhassa İsveçli teknik direktör Sven-Göran Eriksson’un çok başarısız bir döneme imza atması sonucu tehlike giderek büyüdü. Meksika federasyonu daha fazla dayanamayarak Eriksson’un görevine son verdi ve takımı tecrübeli çalıştırıcı Javier Aguirre’ye teslim etti. Aguirre ile çıkış yakalayan takım G.Afrika 2010 biletini aldı.

 

Aguirre önce 26 kişi olarak açıkladığı kadrodan Aldrate ve Valenzuela’yı çıkarttı. Şu anki mevcut kadrodan 1 isim daha Dünya kupasını göremeyecek maalesef. Şahsi fikrim bu isim Nilo, Bofo Bautista ve Pablo Aguilar’dan biri olacağı yönünde.Meksika sürekli hazırlık maçları yaparak hazırlanıyor turnuvaya. Belki de en çok hazırlık maçı yapan ülkelerden birisidir. Dünya kupası tarihi yaklaştıkça bu maçların zorluk derecesi de artıyor. Önce Şili ardından İngiltere ve sonra da Hollanda ile İspanya. Meksika’nın kadrosunda Avrupa’da oynayan epey oyuncu bulunuyor. 24 kişiden 11’i Avrupa’nın çeşitli kulüplerinde oynuyor şu anda. İsterseniz detaylı kadro incelemesine geçelim.

 

Kale:

 

1 numarayı kimin alacağı şimdiden belli. Bu Dünya kupasında kale nihayet Guillermo ‘’Memo’’ Ochoa’ya emanet olacak. Aslında 2006 Almanya’da da kadroda yer almasına karşın daha tecrübeli eldiven Oswaldo Sanchez korumuştu kaleyi. Sanchez artık yaşlanınca kaleyi ise ismi çok bilinen ama kendi çok az izlenen Ochoa kaptı. Türkiye’deki futbolseverler ismine çok aşina olsa da onu fazla izlememişlerdir diye düşünüyorum. Çok çevik, bire birde etkili bir oyuncu. Ayrıca onu eleştirmek için kullanılan yan toplarda zayıf tanımlaması bir şehir efsanesi gibi. Her topu çıkıp uçarak alan bir kaleci olmasa da yan topları felaket değildir. Meksika kalesi turnuvada emin ellerde olacak. Ochoa’nın yedeği Chivas kalecisi Luis Ernesto Michel. O da Chivas’ta başarılı sayılaak bir dönem geçiriyor. Ancak biraz alan hakimiyeti zayıf bir kaleci olarak görüyorum kendisini. Yani amiyane tabirle çizgi kalecisi gibi biraz. 3. tercih ise sürpriz bir şekilde kadroya giren Oscar Perez. Kendisi 37 yaşında ve son yıllarını bir Dünya kupası ile taçlandıracak. Her ne kadar oynamayacak olsa da.

 

Savunma:

 

Hem tecrübeli hem de genç isimlerin harmanlandığı bölge Meksika için savunma. Sol bekte PSV Eindhoven oyuncusu Carlos Calcido, sağ bekte Stuttgart’lı Ricardo Osorio ve stoperde tabi ki takım kaptanlarından ve Barcelona’lı Rafa Marquez var. Ososrio’nun süre gelen formsuzluğunda ondan formayı kapmak için uğraşacak olan Efrain Juarez’de kaliteli bir sağ bek. Ayrıca savunma önünde orta sahanın sağında da denedi birkaç maçta onu Javier Aguirre. Bu denemeler pek başarılı sonuç vermese de sağ bek için alternatif olacaktır. Rafa Marquez’in yanına ise benim çok beğendiğim ve top tekniği yüksek olan Johnny Magallon, Az Alkmaar’ın başarılı ve genç stoperi Hector Moreno ve PSV Eindhoven’da pek istediği şansları bulamasa da kalitesi belli olan Javier ‘’Maza’’ Rodriguez yer almak için uğraş verecek.

 

Orta Saha:

 

Takım kaptanlarından Gerardo Torrado’yu bir kenara bırakırsak gencecik bir orta alana sahip Meksika. Torrado 2002 ve 2006 Dünya kupasında da kadroda yer alan isimlerden birisiydi. Hırsı, azmi, takımı ateşlemesi ile ön liberonun vazgeçilmez ismi. Takımdaki yeri de eğer bir sakatlık yaşamazsa garanti. Yine orta sahanın ortasında oynayan isimlerden birisi de Jonathan Dos Santos. Yani bizim bildiğimiz Giovani Dos Santos’un kardeşi. Ulusal takıma Kolombiya ile yapılan hazırlık maçı ile girmeye başlayan Jonathan kendisini Dünya kupası kadrosuna yazdırmayı başardı. Ancak Meksika ile henüz resmi bir maç yapmış değil. Kardeşinden bahsetmişken abisini atlamak olmaz. Gerçi onu artık çok yakından tanıyoruz ama yine de biraz bahsedelim. Gio 2009’da yapılan Kuzey Amerika Şampiyonası Gold Cup’ta en değerli oyuncu seçildi. Şu anda Meksika’nın çok şey beklediği yıldızların başında geliyor. Fifa tarafından da bu turnuvada dikkat edilmesi gereken genç yıldızlardan birisi olarak gösterildi

 

Sağ açıkta oynayan Alberto Medina bir ara düşüşe geçtiği dönemden sonra şu sıralar tekrar çkış içinde. Şili ile oynanan hazırlık maçında Meksika’nın tek golünü attı ve Meksika 1-0 kazandı o maçı. Ama önünde de ciddi rakipleri olacak ilk 11 için. Başta Giovani olmak üzere. Andres Guardado ise superboy olarak kendini Atlas’ta tanıttıktan sonra Deportivo’ya transfer oldu ve yakın zamanda daha büyük bir kulübe geçebilir. Etkili bindirmeleri, hızı ve uzaktan şutlarıyla dikkat çeken bir oyuncu. Meksika’nın sol kanadı ona emanet olacak hücumda. Hem sol kanadı hem de sağ kanadı zorlayacak bir isim ise Pablo Barrera. İşte bu adama dikkat diyorum. Eğer bir tecrübesizlik yaşamaz ve bulduğu şansları değerlendirirse çok yakında, belki de Dünya kupasından sonra onu da Avrupa’da görebiliriz. Her iki kanatta da oynayabilen, müthiş hızlı ve teknik bir oyuncu. Ribery’e benzetiyorum onun stilini. Saha içinde daha agresif ve saha dışında biraz daha ağırbaşlı bir Ribery’e.

 


Hücum:


Yine etkili ayakların olduğu bir yer Meksika açısından. Giovani Dos Santos ile beraber uluslar arası arenada küçük yaşlardan beri boy gösteren Arsenal’lı Carlos Vela, takımın tecrübeli ve Arjantin asıllı golcüsü West Ham’lı Guillermo Franco, Forvet, forvet arkası ve sağ açık oynayabilen, yanındaki forvetleri inanılmaz besleyen bir Adolfo ‘’Bofo’’ Bautista, bu sene kırmızı forma altında Manchester United’da göreceğimiz bana göre turnuvanın yıldız adaylarından Javier ‘’ Chicharito’’ Hernandez ve tabi ki efsane isim, takımın 10 numarası Cuauhtemoc Blanco’yu izleyeceğiz ileri hatta. Burada Blanco’yu forvet arkası olarak kullanıyor Meksika. 37 yaşında olmasına rağmen top tekniği iyi bir oyuncu Blanco. Geçen turnuvada Rafa’nın yaptığı kaptanlığı bu sefer o yapacak. Bu son turnuvasında bakalım bizlere yine o meşhur kanguru çalımını izletecek mi. Bir de sürpriz sırt pası yaparsa tadından yenmez.

 

En ileride ise 2 isim kıyasıya kapışacak gibi. Vela Arsenal’da pek şans bulamasa da Meksika ile çıktığı maçlarda çok iyi oynuyor. Zaman zaman 4-3-3 sisteminin solunda da değerlendirdi onu Aguirre. Bazen ise Chicharito ile beraber ikili oldular. Chicharito demişken, bu çocuk gerçekten bambaşka bir forvet. Ceza sahası içinde, dışında her yerde gol vuruşu yapabilen bir forvet. Çalım atma özelliği, top sürme özelliği var. Ayrıca kolay kolay yenilgiyi kabul etmemesi de artı bir özellik. Zaten Chivas’ta oynarken çok dikkat çeken bir oyuncu olmuştu son dönemde. Chivas maçlarını sürekli takip edenlerin gözünden kaçmadı tabi bu. Aynı zamanda Avrupalı scoutlarında. 2 yıldır sürdürdüğü performan belki geçen yıl rüya olarak gördüğü ulusal takım kapısını sonuna kadar açtı ona. Açmakla da kalmadı ilk 11’e yerleşti.

 

Genel anlamda baktığımız zaman A grubunda ev sahibi Güney Afrika  Cumhuriyeti, Fransa ve Uruguay ile yer alan Meksika son 4 turnuvada olduğu gibi bu turnuvada da gruptan çıkacaktır bana göre. Ama şansı tutmayan Arjantin’den kaçması için grup liderliğini alması hiçte fena olmaz. Yoksa sürekli devam eden bu şansızlık serileri Afrika kıtasında da devam edebilir. Yine de Fransa ve Uruguay’ı geçip liderlik koltuğuna oturacaklarını düşünüyorum. Bu kimseyi şaşırtmamalı. Çünkü onlar Azteklerin torunları, sessiz sedasız muhteşem yapılarını inşa ettiler ve şimdi Dünya kupasında ortaya çıkaracaklar.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Paradinha Soytarılığı Bitiyor Mu?



Brezilya'dan çıkıp yavaş yavaş moda olan bir soytarılıktan bahsedeceğim. Zaten bu tür soytarılılıklar hep Brezilya'dan çıkar. Soytarılık diyorum çünkü bu vuruşu başka türlü adlandıramayacağım. 11 metreden 7.32 x 2.44 bir kaleye, arada herhangi bir rakip oyuncu olmadan kullanılan ceza atışını bile böyle şaklabanlıklarla yapmak soytarılık bana göre. Penaltı atışı yüksek konsantrasyon, soğukkanlılık, etkili bir ayak ve önsezi gerektiren bir iş. Ama bunların hiç birisi olmadan sadece kalecinin yüksek konsantrasyonundan faydalanarak atmak da yukarıdaki linkte olduğu gibi mümkün. Bu penaltıyı atanlara kötü penaltıcı demiyorum ancak futbolun fair play ruhuna yakışmayan bir vuruş yapıyorlar. Topa hareketlenir ve vuruşunu yaparsın, kaçarsa kaçar. Dünya'nın en iyi oyuncuları da kaçırdı penaltı. Neyse ki Fifa Dünya kupası öncesi bu duruma el koymuş ve bu tür atışların tekrarlanacağını ve atan oyuncunun sarı kartla cezalandırılacağını açıklamış. Son derece doğru bir karardır, tebrik ediyorum Fifa yetkililerini. Bir de şu topa seke seke gelip, dolmuş şöförü gibi dur kalk yapanlara da yasak gelse mükemmel olur. Ülkemizde de görüyoruz böyle penaltı atanları. Panenka penaltısı ile bu paradinha penaltılarını karıştıranlar da var ki eyvah eyvah. 

17 Mayıs 2010 Pazartesi

14 Mayıs 2010 Cuma

Ve Denizli'den Gol Haberi Geliyor.


14 mayıs 2006. Bir inancın, bir hakedilmiş şampiyonluğun, bir azmin zaferi. Fenerbahçelileri üzüntüden, Galatasaraylıları sevinçten ağlatan bir tarih. Koca koca adamlar bile göz yaşlarına hakim olamamıştı o tarihte. Galatasaray belki tarihin en dramatik ama en anlamlı şampiyonluğuna ulaşmıştı. 83 puanla şampiyonluğa ulaşan takım puan rekoru kırıyor ve şampiyonluğu kucaklarken herkesi ağlatıyordu. Sanırım bugünlerde Galatasaray'da eksik olanlar o dönemdeki inanmışlık, hırs ve azimdi. Erik Gerets, Hasan Şaş, Tomas, Song, Mondragon, İliç ve diğerleri. Belki kalite olarak Dünya yıldızı değillerdi ama Galatasaray'a yakışır şekilde mücadele edip, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan oyunculardı. 4 senede çok şey değişti Galatasaray'da. Başta teknik kadro ve oyuncular. Ama o hırslı oyunu, maçı son saniyelere kadar bırakmayan, yenilgiyi kabul etmeyen oyunu o tarihten bu yana fazla göremedik. Videoyu izlerken bugün bile duygulanmamak ve ağlamamak elde değil. 




Paraguay'ın Forvet Hattı

Dünya Kupasına katılan takımlar kadrolarını birer birer açıklıyor şu dönemde. Herkes Arjantin'i, Brezilya'yı, Almanya'yı, İtalya'yı konuşurken ben başka bir ülkeden bahsedeceğim; Paraguay.


Fransa 98'de ve G.Kore-Japonya 2002'de çok dikkat çekmişlerdi. Bilhassa savunlarıyla. Keza 2006'da da gruptan çıkma başarısını gösterdiler. Özellikle 98'de İspanya'yı grupta saf dışı bırakıp  ev sahibi-şampiyon Fransa karşısında verdikleri mücadele mükemmeldi. Uzatmalarda 1-0 mağlup olmuşlardı o zaman Fransa'ya. Paraguay her zaman savunması iyi bir Güney Amerika takımıdır. Gerçekten savunma yapmasını iyi biliyorlar ve rakip kim olursa olsun teslim olmuyorlar kolay kolay. Yine G.Amerika gruplarından başarıyla geldiler 2010 G.Afrika Dünya kupasına. Ama bu sefer sadece savunma başarıları yok. Çok üst düzey bir forvet hattına sahipler. Kaldı ki bu forvetin en önemli ayağı olan Salvador Cabanas'ı çok talihsiz bir şekilde kaybettiler. Ama ona rağmen hala turnuvanın en iyi hatlarından biri onlarda.


Roque Santa Cruz başarısız ve yedeklik dolu Bayern Münih kariyerinden sonra gittiği Blackburn Rovers'ta adeta patlama yapıp kendini buldu. Ancak bana göre ondan sonra yaptığı tercih yine hatalıydı. O dönemlerde herkese el atan City onu da aldı ve kulübeye koydu. Bu sene Tevez ve Adebayor'un da gelişi ile yedek kulübesine mahkum oldu bir bakıma ve Bayern zamanlarına döndü Santa Cruz. Ancak o halen iyi bir golcü ve Paraguay'ın önemli isimlerinden. Bu turnuvada yine kendini göstereceğini düşünüyorum.




Lucas Barrios ise Şili liginde gösterdiği üstün performans ile geçen sezon başında Borussia Dortmund'a transfer olmuştu. Tahmin ediyorum onu yakından takip edenler hariç pek çok kimse bu kadar üst düzey performans göstereceğini tahmin etmedi Barrios'un. Ben bekliyordum açıkçası, çünkü kaliteli bir golcü Lucas. Ancak Paraguay onun için yeni bir macera olacak. Çünkü ulusal takımda daha önce hiç oynamadı. Kendisi Arjantin doğumlu. Ancak annesi Paraguay'lı olunca yetkililer ''Biz onu Uruguay'lı sanmıştık'' demedi ve elini çabuk tutup Paraguay ulusal takımına aldı. Cabanas'ı kaybeden forvet hattına müthiş bir transfer oldu açıkçası. Bu sezon 19 gol attı Barrios Bundesliga'da.



İşte Paraguay'ın bu Dünya kupasındaki en büyük kozu; Oscar Cardozo. Avrupa'ya gelirken bu patlamayı yapacağı tahmine dilen büyük yıldız. Müthiş bitiriciliği, hava toplarına hakimiyeti, uzaktan şutlarıyla komple bir forvet. Kesinlikle Barrios ile birlikte forvet hattının vazgeçilmezi olacaktır. Rakip takımlar için ise tam  bir bela. Cardozo bu sezon Benfica ile ligde 29 maçta 26 gol attı. Neredeyse maç başına 1 gol ortalaması var. Portekiz ligini zayıf bulacaklar için bir de Avrupa ligi gol karnesini verelim; 12 maç 9 gol. Gerisini İtalya düşünsün...



Nelson Valdez ise belki bu forvet hattının en işlemez parçası gibi görülebilir. Ancak kim yedek kulübesinde böyle bir oyuncunun oturmasını istemez ki. Attığı golden çok savunmayı yıpratması etkin gözüküyor. Yaptığı koşular ve yanında oynayan oyunculara açtığı koşu yolları başarılı sayılabilir. Paraguay'ın sıkıntıya düştüğü zaman kullanabileceği ve ulusal takım içinde ağırılığı olan bir isim. Yine de kaçırdığı goller ve gereksiz artistlik hareketleri yüzünden aramın iyi olmadığı bir adam. Onu ekleyeyim.



Çoğu kimsenin bilmediği ama Paraguay'ın yeni nesil genç forvetlerinden Edgar Benitez. Meksika'da Pachuca'da oynuyor. 22 yaşında ve yetenekli bir oyuncu. Belki kendisine pek sıra gelmez bu aralar ama ilerisi için forvet yine sağlam ayaklara emanet olacak Paraguay'da. 



Zaten savunması iyi olan takım bir de hücum hattını iyileştirince bu sefer daha da ilerlerken görebiliriz onları. Grupta sürpriz yapıp İtalya'yı geçmeleri beni şaşırtmaz. Zaten bu gruptan en kötü 2.lik ile çıkacaklarını düşünüyorum. Ama bir de efsane olsaydı o zaman ne olurdu merak içideyim. Arjantin'e karşı oynadıkları müthiş oyun ve galibiyeti henüz unutmuş değilim. Maçı tek kale oynayıp resmen hapsetmişlerdi Arjantin'i elemelerde. O maçta Cabanas bezdirmişti Arjantin savunmasını. Müthiş ara pasları, forvet arkasına gelip yaptığı top almalar ve dağıtmaları biraz arayacak Paraguay tabi. Ama Barrios katkısıyla son vuruş sıkıntıları olmayacak gibi.


Her şeye rağmen sadece Cabanas'ı herkesin izlemesi ve görmesi açısından beklediğim bir grup ve turnuvaydı. Sanırım en az Cabanas kadar üzüntülüyüm Dünya futbolseverlerinin bu oyuncudan mahrum kalacakları için.


9 Mayıs 2010 Pazar

Barcelona Altyapısı vs. Türkiye Altyapısı

Barcelona adı bugünlerde çok revaçta. Tabi yaşadığı başarılar tartışılmaz. Ancak asıl önemlisi altyapıdaki gençlere aşıladığı sistem. Burada altyapıdan çıkarttığı oyunculardan bahsetmiyorum. Altyapıda ne kadar yıldız adayı olurlarsa olsunlar oyunculara yerleştirdikleri felsefeden bahsediyorum. Bizim temel eksikliğimiz de budur aslında. Yıldız oyuncu olmak başına buyruk hareket etmek değildir. Sistem içinde mümkün olduğunca efektif olmaktır. 

Giovani Dos Santos'u senelerdir takip ediyorum. Belki yaşı henüz 20 ama çok erken yaşlardan beri üst düzeyde bir isim. Ne şartta olursa olsun bonservisinin de alınması lazım. Bunun nedenini şöyle bir kaç fotoğrafla anlatayım.

Aşağıdaki fotoğraflar Galatasaray'ın Antalyaspor ile oynadığı karşılaşmadan. Ayrıntıları tek tek yazalım.

Lucas Neill, Hakan Balta'ya doğru bir geri top atıyor ve Balta bu topu Sabri'ye aktarmak istiyor.

  Sabri bu esnada ikili mücadele sonucu düşüyor ve top boşa düşüyor. Henüz Giovani gözükmüyor bile ekranda.

 Ama  müthiş bir deparla yetişiyor ve topun dibine harika girerek 2 oyuncuyu oyundan düşürüyor Giovani.

 Devamında karşısına gelen oyuncuyu da yine harika bir feyk çalımla yatırıyor ve sıyrılıp kendini boşa çıkartıyor.

 

Ve işte asıl gelmek istediğim nokta. Önü açık olmasına ve bu güzel hareketlerinden sonra topu sürerek çıkayım demiyor. Baskıyı gördüğü için en müsait pozisyondaki Mehmet Topal'ı görüyor ve topu ona aktarıyor. Gerektiğinde çalım, gerektiğinde pas. İşte Rijkaard'ın sisteminde ve felsefesinde olması gerekenler.

Şimdi gelelim başka fotoğraflara. Başka bir maç veya başka bir andan kareler sunmayacağım size. Böyle yüzlercesini bulabilirim ama topu alan Mehmet Topal'a bakalım. Topal topu aldıktan sonra bakalım neler yapmış.

Mehmet Topal Giovani'den topu alıyor. Önü açık ve boş.

 

Biraz ağır davranıp çapraza kaçtığından Gio'ya baskı yapan adam Mehmet'e de basmak için geliyor.

 

Keita fotoğrafta da gözüktüğü gibi müsait olmasına rağmen Mehmet doğru pası aktaramıyor ve arkadaki oyuncu yetişip topa müdahele yapıyor.

 

İkili mücadeleyi kaybeden taraf Mehmet ve Keita pas alamayınca topa doğru hareketlenmiş. Rakip oyuncu da kalkıp son bir hamle ile topu taç çizgisine doğru dürtüyor.

 

Keita öne çıkınca onu savunan adam boşa çıkmış durumda. Mehmet'te yerde kaldığından topu alan rakip oyuncu savunmasız ve ani bir şekilde yakalıyor takımı. Taç çizgisine doğru giden topa hamle yapan bu rakip oyuncu hızla ilerlemek istiyor. Buyrun size bir kontra atak başlangıcı.

 

Giovani oyun zekası, hızı ve hüzum gücüyle bu takımda mutlaka yer almalıdır. Ona ödenecek ücret kesinlikle yüksek olmayacaktır bana göre. Galatasaray bu fırsatı kaçırırsa ileride çok pişman olur. Gol yollarında da kötü değil bana göre. Sadece biraz daha takımla çalışmaya ve maç eksikliğini gidermeye ihtiyacı var. Yoksa son vuruşları da etkilidir.

2 farklı altyapıdan çıkan oyuncunun anlayış farkı var bu fotoğraflarda. Bunun gibi onlarca koyarım, kabak Mehmet'in başına patlamasın, yanlış anlaşılmayalım. Maalesef Rijkaard ve felsefesi derken oyuncularımız bu felsefeden biraz uzaktalar. Dediğim gibi ne kadar yıldız olursan ol gerektiğinde çalım gerektiğinde pas. İşte Rijkaard felsefesi bu.

7 Mayıs 2010 Cuma

Hasan Kabze’yi Unutma





Tarihler 7 mayıs 2006’yı gösterirken Dolmabahçe yazı andıran bir havadaydı. Sıcak ve güzel havanın etkisiyle kendilerini sahile atan, müthiş İstanbul manzarasında gezenler bu tarif edilemez güzelliğe bakarak sevgilileri ile, eşleri ile el ele yürüyorlardı. Bu sırada İstanbul’da yürüyen başkaları da vardı. Hayır onların sevgilileri yanlarında değil, o gün Dolmabahçe’de, İnönü stadyumunda sahada olacaktı. Yazı müjdeleyen sarı kırmızı renkler içinde…


Galatasaray haksızlığa isyan ettiği sezonda, futbol oynadığı sezonda, inandığı sezonda şampiyon olmak için gidiyordu İnönü’ye. Lider Fenerbahçe ile aynı puanda ama ikili averajla 2. sırada çıkıyordu sahaya. Bu maçı mutlak kazanıp Fenerbahçe’nin olası puan kaybını bekleyecekti. Maçtan önce her zamanki gibi medyamız Beşiktaş’ın maça asılmayacağını ima ediyor ve maçı Galatasaray’a vereceğini söylüyordu. Tabi 100 yıllık bir kulübe atılan bu çamur yakışıksızdı ama Fenerbahçe’nin şampiyon olması için bu motivasyona ihtiyaç vardı.

Sarı kırmızı sahaya müthiş bir tepki ile çıktı. Kendileri aynı sezonda, aynı rakibi 6-0 yenince sorun olmayan ama Galatasaray 8-0 yenince şike var diye isyan edenler, belli ki bu maçtan sonra ortada şike vardı diye dolaşanlar ile aynı kafadaydılar. Galatasaray tüm bu nefret ortamına rağmen maça iyi başlamış ve bu zorlu deplasmanda iyi oynuyordu. Beşiktaş’ta kolay rakip olmadığını göstermiş ve iddiası olmamasına rağmen hırslı oynuyordu. Tam ilk yarı 0-0 bitecek derken 41. dakikada Oscar Cordoba ceza sahasında Sasa İliç’i düşürmüş ve Galatasaray penaltı atışı kazanmıştı. Topun başına ise o gün sahada pek varlık gösteremeyen Necati Ateş gelmişti. Ancak 1 sene önce Hakan Şükür’ün yaptığı gibi topu direğe nişanlayınca Galatasaray için büyük bir fırsatın kaçmasına sebep olmuştu.

2. yarıya hızlı başlayan Beşiktaş Tümer Metin’in golüyle 1-0 öne geçiyor ve bu golden sonra üst üste pozisyonlara giriyordu. Tümer bu golden sonra başka bir pozisyona girmiş ama Galatasaray’ın penaltısını engelleyne direk bu sefer Galatasaray’ın yanında oluyor ve bir bakıma şampiyonluğun müjdecisi oluyordu. Beşiktaş’ın bu baskısından sonra Necati’nin yerine oyuna giren Hasan Kabze karambolde ceza sahasından topu düzgün ve sert bir vuruşla köşeye yolluyor ve maça beraberliği getiriyordu. Bu golden sonra baskısını arttıran Galatasaray savunmasında da açıklar veriyor ama Beşiktaş bu pozisyonları değerlendiremiyordu.


Artık maçın son anları yaklaşmıştı. Hakem uzatma dakikalarını işaret etmiş, Galatasaray bütün oyuncularıyla yüklenmeye başlamıştı. O sırada tribünlerdeki komplo teorisyenleri tezahürata başlayacaktı. ‘’ Zalad gelsin sizi kurtarsın. Zalad gelsin sizi kurtarsın.’’ Top orta sahada Sabri’deydi. İçeriye Hakan Şükür’e doğru bir orta yaptı Hakan Şükür Hasan’ın önüne indirdi ve…


‘’Sabri, Hakan şükür indirdi…Hasan Kabze…Goooooolllll. Hasan Kabze topu ağlara gönderiyor. Duraklama anlarında Hasan Kabze gecenin flaş ismi oluyor.’’

‘’Zalad gelsin sizi kurtarsın, Zalad gelsin sizi kurtarsın…Bu maçı satanın a…..s…..’’ 


Galatasaray’ı kurtaran para, pul, şike, kaleci satın almak, hakem satın almak değil bizzati kendi oyuncusu oluyordu. Tümer Metin’in ise neden bu kadar yıkıldığı daha sonra ortaya çıkacaktı zaten. 

Onca haksızlığa, ekonomik zorluklara rağmen Galatasaray haremilerin saltanatını yıkmak için ilk adımını atmıştı bu zorlu deplasmanda. Bu maçtan 1 hafta sonra ise Türkiye futbol tarihinin en hak edilmiş ama en zor şampiyonluğuna yürüyecekti Galatasaray. 

Bugün bu maçın 4. yılı. Galatasaraylı taraftarların belki de en unutamadıkları, en duygulandıkları ve ağladıkları Türkiye ligi karşılaşması. Bugünlerde Galatasaray şampiyonluk hedefinden uzaklaşsa da, başka olaylarla Türkiye ligi gündemde olsa da Hasan Kabze unutulmaz. O, tarihin en unutulmaz kapağıdır.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Droit Au But*


Olympique Marseille sonunda şampiyonluğa ulaştı. Geçen yıl Gerets ile zuzun süre şampiyonluk mücadelesi verdikten sonra son 2 hafta kaçırmışlardı şampiyonluğu. Bu sene ise ellerindeki fırsatı kaçırmadılar. Geçen yıl ölen başkanları Dreyfus şampiyonluğu göremeden hayatını kaybetti. Bu şampiyonluğu ona adayacaklardır. Marsilya en sevdiğim kulüplerden birisidir. Bu şampiyonluk beni bu sene çok sevindirdi. Kesinlikle hakedilmiş bir şampiyonluk. Taraftarıyla, *mottosuyla, futbolcularıyla hayranlığım artıyor devamlı.

*Droit Au But: Marsilya kulübünün logosunda da yer alan Dosdoğru gole doğru anlamına gelen kelime.