31 Ekim 2009 Cumartesi

Çimlere Basma Ercan...


Kendisini ciddiye alıp yazı yazmamak gerekir aslında. Geleneksel olarak her sene saçmalar. Bu saçmalamaları genelde Galatasaray yenilgileri ertesinde veya şampiyonluğun gittiği maçın sonrasında gelirdi. Bu sefer aceleci davrandı biraz. Gazeteciliğin ''G''sinden, sanatın ''S''sinden anlamadığı halde, bu iki işten parayı sadece ülkemizde götürebilirdi. Normal bir ülkede gazete bayisi veya müzik market sahibi bile yapmazlar bu şahısı. Sanatçılığı ile alakalı şu anda söyleyecek birşeyimiz yok, konumuz bu değil. Zaten o konu hakkında cevabını almıştı daha evvel. ''Ben Saatçilerle değil, sanatçılarla muhatap olurum. Bak işine...'' diye.

Bu Ercan, damatlık torpilinden edindiği yazarlığı amigoluğa götürüp, ağzından köpükler saçarcasına Galatasaray'a saldırır sürekli. Saha yeşilini başka yeşillerle karıştırdığı da olmuştur. Tabi yenilginin acısı öyle kolay çıkmıyor, hele ki Galatasaray'a yenilince. Maç hakkında tek satır yazmayıp tüm köşesini renklere, çiçeklere, böceklere vermişti zat-ı muhterem. Gerçi bunların başkanları da yenilince ''Merdivenler doluydu.'' bahanesiyle karşımıza çıktığı için normal bir durum. Bu sefer de güya sanat konuştukları bir programda Metin Özülkü ile beraber kafa kafaya verip Galatasaray'a sövmüşler. Kendilerine bu yakışır zaten. Kapasitesi, söyleyebilecekleri bu kadar bu şahsın.  Tabi bu kadar kolay mevki edinince insan bu hale geliyor demek ki.

Maçın 3 adamı;

1- Kayınpederim

2- Aziz babam

3- Nikah memurum

Artık bu şahsın futboldan ve yeşil sahlardan uzak durması lazım. Zaten yeşil sahayı bile bilmiyor, görmüyor, görse bile anlamıyor.

Çimlere basma Ercan,

Çimleri eziyorsun.

Hiç kusura bakma Ercan,

Bir halttan anlamıyorsun.

Malzemeci Kurbanları #7


Ole Gunnar Solskjaer

29 Ekim 2009 Perşembe

Revolution, Now!!

Galatasaray Fenerbahçe'ye karşı kaybedince yine bilindik söylemler peydahlandı piyasada. Ben aslında Fenerbahçe camiasının ve medyasının söylediklerini takan ve dinleyen birisi değilim. Ancak benim için önemli olan Galatasaray camiasının ve taraftarının bu mağlubiyete yaklaşımı. Fenerbahçe maçına zaten 2288 formamızla çıkmama kararı alarak yönetim ''aman başımıza iş gelmesin'' taktiğini gütmüştü. Hesapta ''Mor'' ile dalga geçmeyecekti Fenerbahçe. Ama tabi ki sahada parçalı yer almamız onların bu esprilerini uzak tutmadı. 

Daha maç başlamadan olay çıkartıp tansiyonu yükseltmişlerdi. Ve adım gibi eminim ki bu tartışmada Arda seçimini bilerek yaptılar. Onun bu provakasyona geleceğini biliyorlardı. O gün sahada durdurmaları gereken 2 isim vardı. Birisi de Arda idi. Arda'yı daha maç başlamadan çok güzel durdurdular. Arda bu oyuna geldi. Keita'yı ise döverek durdurma yoluna gittiler. Orada da başarılı oldular. 

Maalesef ne taraftar olarak, ne yönetim olarak ne de futbolcular olarak bu derbiye hazırlanamıyoruz. Bizim artık daha sakin ve akılcı bir planla hazırlanmamız gerekir. Fenerbahçe camiası bizi yakından tanıdığı için bir 10 sene daha galibiyet alır eğer biz bu kafa ile gidersek. Sahaya votka şişesi de atarlar, hakemin kafasını da yararlar, ofsayttan gol de atarlar, penaltı da uydururlar ve sonra çıkıp ne olmuş ki diyecek pişkinliği kendilerinde görürler. ''Ne olmuş ki.'' Hesapta biz iyi oynamamışız, pozisyonumuz yokmuş. Bizim kötü oynamış olmamız hakemin kötü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sahaya 3-5 tane şişe atılmış, Ali Sami Yen'de atılanların yanında hiçmiş. Tabi birde bunlar geçen sene bu olaylar sadece Ali Sami Yen'de oluyor diyorlardı ama orası ayrı şimdi. Maalesef bizim içimizde de bu oyuna gelenler var. Bugün biz bunlara itiraz etmezsek yarın iyi oynasakta kazanamayız. Tabi o zaman iş işten de geçmiş olur. Bu kabullenmişlik, bu teslimiyettir bizi bu sonuçlara mahkum eden.

A'dan Z'ye bir devrime ihtiyaç var. Devrim derken ne yönetim değişikliğini ne  de futbolcu kadrosunda bir değişikliği kastediyorum. Bir fikir devrimine ihtiyacımız var. Taraftarından futbolcusuna kadar beyinlerde bir fikir devrimine..

28 Ekim 2009 Çarşamba

Battle Royale




Orası Kadıköy. Orada ayakta kalmak değil, hayatta kalmak gerekir.

22 Ekim 2009 Perşembe

YES WE CAN


Bir takımın hedefini belirleyen ilkelere yazılmış bir inançtı bu;

EVET, BAŞARABİLİRİZ.

Türkiye’de alınmadık kupa bırakmayan, adını en tepeye yazanların bağırışıydı;

EVET, BAŞARABİLİRİZ.

Yurt dışından gelen oyuncularımızda söylemişti bunu. Avrupa’nın devlerine karşı durup onları dize getiren kendi evlatlarımızda;

EVET, BAŞARABİLİRİZ.

Çağrısıydı tüm taraftarların, Ali Sami Yen’de omuz omuza bağıranların. Bize başarı için Avrupa kupalarını gösteren kurucu başkanımızın ve bizi Avrupa’nın tepesine çıkarıp hedeflenen kupaları gösteren imparatorun;

EVET, BAŞARABİLİRİZ.

Şimdi yine zorlu bir maça gidiyormuşuz. Umutsuzluğa kapılan, baskıya boyun eğenlerin içimizdeki bu ruhu unutarak düşündükleri bir maça. Yüreklerde ve dillerde aynı slogan olacak;

EVET, BAŞARABİLİRİZ.

20 Ekim 2009 Salı

Schmeichel; Manchester United nerede?





1992/1993 sezonunu şampiyon tamamlayan Galatasaray, 1993/1994 sezonunda yeni statüsü ile Şampiyonlar liginde oynamaya hak kazanmıştı. Buna göre artık eleme maçlarından sonra çeyrek finaller dörderli iki grup halinde oynanacaktı. Galatasaray 2. eleme turundan itibaren kupaya dahil oluyordu. Bu turda rakip İrlanda Cumhuriyetinden Cork City idi. Cork’u Ali Sami Yen’de Kubilay ve Arif golleri ile 2-1 yenip İrlanda’ya avantajlı gitmiştik. Gerçi yenilecek bir golün pahalıya patlama olasılığı da vardı. Ancak Kubilay yine ortaya çıkıp Tugay harika pasında topu ağlara yolluyordu. Böylece Galatasaray bu turu geçmişti. 3. turda rakip ise çok daha güçlü olacaktı; Manchester United.

Tarihler 20 Ekim 1993’ü gösterirken Galatasaray, Old Trafford’a tarih yazmak üzere çıkıyordu. Maçtan önce İngilizler yine klasik şekilde hindi doldurmanın, bahisten gelecek paralarla tatil yapmanın, hafta sonu oynayacakları lig maçının hesabı içindeydiler. Galatasarayımız ise maça; Hayrettin, Falco, Stumpf, Bülent, Yusuf, Tugay, Hamza, Suat, Arif, Kubilay, Hakan Ş. 11’i ile çıkacaktı. 2 yabancı stoper haricinde( Kubilay her ne kadar İsviçre ulusal takımında oynasa da) tamamen yerli oyuncularla sahadaydık. Ayrıca son yıllarda pek kullanmadığımız sarı forma ile çıkmıştık karşılaşmaya. Manchester United ise o sene sadece kendi liginin değil Şampiyonlar liginin de favorileri arasındaydı.

Maçtan önce Falco’nun deyimiyle Cantona kabarık horoz gibi artist artist sahda dolanıyordu. Henüz Galatasaray ile karşılaşmamış tüm takım oyuncularının yaptığı kibirlikteydi kısacası. Ama son dakikalardaki halet-i ruhiyesi bambaşka olacaktı. Maç başlamış ve başlar başlamaz United ev sahibi olmanın da avantajıyla baskılı başlamıştı. Cantona’nın sağ çapraza atmak istediği top Bülent’e çarpmış ve ‘’golcü eleman’’ Hughes’ün önüne düşmüştü. Hughes de öne çıkan Hayrettin’in üzerinden topu ağlara yollayınca 1-0 geriye düşmüştük henüz 2. dakikada. Çok erken yenen bu gol moralleri epey bozmuştu aslında. Ardından United durulmuyor dalga dalga üzerimze geliyordu. Köşe vuruşları ile kalemizi yokluyorlardı. Özellikle Pallister’ı ön direkte iyi kullanıyorlardı. Nitekim böyle bir köşe vuruşu sonucu 14. dakikada Pallister’ın ve Hakan’ın beraber vurdukları topta Manchester United 2. golünü buluyordu. Artık maçı izleyenlerin keyfi iyice kaçmıştı. Bu maç 7-8 olur, ertesi gün iş-okul var diye yatan nice insan tanırım.

‘’2-3 pas yaptığımız zaman takım halinde kapanıyor’’du Manchester United. Ama o sırada Hakan’ın pasında ceza sahası dışında topla buluşan Arif topa öyle bir vurmuştu ki ‘’Schmeichel değil bütüm maykıllar gelse o topu oradan çıkartamazdı.’’ Evet topu tam 90’a asmıştı Arif, ‘’Köşedeki örümceği almıştı.’’ İngilizler yeni başladıkları fileye takılı kamera uygulamasından da bu golden sonra vazgeçmişlerdi zaten. Arif topa öyle bir vurmuştu ki adamların kamerasını bile bozmuştu. ‘’Bu sefer 20 dakikada 3 gol 4 gol yok, Galatasaray direnecek.’’

Dakikalar ilerliyor beklenenin aksine Galatasaray her saniye maça iyice ağırlığını koyuyordu. Ancak o sıralarda ülkemizdeki maç yayınları şimdi ki gibi kesintisiz değildi. Yani maçın orta yerinde şak diye reklam girebiliyordu. Gerçi bu olay bu maçla birlikte son bulacaktı. Sebebi ise yine Galatasaray bastırıp gol ararken bir anda giren ‘’Gecem yaylı yatakları’’, ‘’Vestel’den Mercedes kampanyası’’ reklamları sayesinde reklam arasında maç izliyor oluşumuzdu. Yine böyle ikiz yatak reklamı dönüşü ekranın üstünde 2-2’yi görüp emin olamayanlar, 2-2 mi yazıyor diye ev halkından, sağdan soldan onay aldıktan sonra havalara sıçrıyordu. Galatasarayımız golü atıyor ama biz teknik aksaklık sebebiyle geç gelen ses gibi gole de geç sevinebiliyorduk ancak.

Arif’in ara pas ile birbirine giren savunma ile kaleci Schmeichel’ın arasından sıyrılıp gelen Kubilay ağlara giden topu iyice tepiyor ve kendini de ağlara yolluyordu. Kameralarını bozduktan sonra şimdide ağlarını yırtıyorduk İngilizlerin. Durum 2-2 olmuştu. Daha ilk yarı bitmeden yenilen gollere hemen cevabımızı vermiş United’lıları şaşkına çevirmiştik. Ancak ataklarımız bitecek gibi değildi üst üste pozisyonlara giriyor, ‘’Kırmızı’’ları şaşkına çeviriyorduk.

İkinci yarıda da değişen pek bir şey olmamıştı açıkçası. Galatasaray yine topa hakim ve oyunu yönlendiren taraftı. İngilizler yavaş yavaş yorulmaya da başlamıştı. ‘’Dönemiyordu İngilizler.’’ United kalesine akıyorduk adeta ‘’ 5 olduk 6 olduk nasıl yükleniyoruz nasıl bir tempo.’’ ydu bu. Maçın yıldızı Arif sol çaprazda topla buluşarak ceza sahasına yaklaşıyordu. Şut açısını bulup vurduğunda top tam köşeye doğru gidiyordu. Ama şansızlık top direkten dönmüştü. Tam tüh demeye hazırlanırken seken topa yine yetişen Kubilay Türkyılmaz topu ağlara yolluyordu. ‘’İşte gol, İşte Türkiye, İşte Galatasaray. Schmeichel; Manchester United nerede. İşte Türk futbolu bu, İşte Şampiyonlar ligi bu’’ diye bağıran Ümit Aktan televizyon tarihine geçecek lafını da burada ediyordu. ‘’Ağlamak istiyorum sayın seyirciler.’’

Henüz ‘’Sir’’lüğe terfi edememiş olan Alex Ferguson sakızını daha bir haşin çiğnemeye başlamış, Cantona n’oluyoruz lan havasına bürünmüş, maçtan önce hindi dolması muhabbeti yapan İngiliz taraftarlar sus pus olmuştu. Bizim yedek kulübesinde ise herkes ayağa kalkmış, Ahmet Akçan da işte bu kadar der gibi iki yumruğunu sallamıştı. Teknik direktör Hollman ise biraz daha sakin sevinmekteydi. Ama muhtemelen İngilizlerin kibirine dayanamayan Nezihi yan taraftaki taşların üstüne çıkıp halk arasında ’’ Ahanda size kolum girsin’’ şeklinde tarif ettiğimiz hareketi İngiliz taraftarlara çekiyordu.

Bu golden sonra artık pabucun pahalı olduğunu kavrayan United’lılar kalemize çok sık gelmeye başlamışlardı. Son dakikalara girilirken bizde iyice geriye çekilmiş ve maçı böyle bitirmenin planları içindeydik. Ancak Keane’nin içeriye doldurduğu topa Cantona vuruyor ve beraberliği sağlıyordu. 10 atarız diye dalga geçen İngilizler gelen bu beraberliğe deli gibi sevinmişlerdi. Ne de olsa 37 sene sonra ilk defa kendi sahalarında mağlubiyet görmekten son anda yırtıyorlardı. Hakemin bitiş düdüğü çaldığında Türkiye bayram yerine dönecekti.

Tam 16 sene önce, yine bir 20 Ekim gecesi bu zaferi bizlere yaşatan tüm oyuncu ve teknik heyetle ne kadar övünsek azdır. Bu unutulmaz zaferden sonra Ali Sami Yen’den de çıkartmıyorduk İngilizleri ve 0-0 biten maçın neticesinde çeyrek finale ve gruplara kalıyorduk. Galatasaray tarih yazıyordu bu sonuçlarla. Öyle ki bir sonraki sene Uefa ''güçlü takımların'' bu kadar erken elenmemesi için statü değişikliğine gidecekti.

11 Ekim 2009 Pazar

2-2-2-2-2





Beni hiç şaşırtmayan bir sonuçla ulusal takım Dünya kupasına veda etti. Bosna Hersek maçı oynanmadan önce bile ben Dünya kupasına katılmamızın hayal olduğunu düşünüyordum. Bir mucize gerçekleştirip 2. olsaydık bile Play Off'ta Fransa, Portekiz, Rusya gibi takımları elememizin olanağı yoktu zaten. Bu eleniş bir yerde hayırlı olmuştur. Federasyon, teknik heyet ve oyuncu kadrosu bu maç ve turnuva ile değşme imkanını buldu. Ancak ne federasyonun ne de Terim'in bu yönde adım atacağını sanmıyorum.

Terim'in bundan 3 sene önce daha 2006 Dünya kupası zamanları kafasından 2-2-2-2-2 diye sistem uydurup bunu uygulayacağız diye başladığı sistem bugün itibarıyla çökmüştür. Evet 2 oldu ama Belçika galip geldi. O günlerde denediği oyuncular, sistemleri bir kenara koyup sürekli başka şeylere yönelmesi ve en sonunda Ulusal takımı kendi çiftliği gibi görmesiyle Terim sonunu hazırladı. Bunda bir anda oluşan Fener sempatisi ve de manevi oğluna kıyakları da yadsınamaz.

Artık yeniden yapılanma zamanıdır. Bunu ancak modern, çağdaş, yeniliğe açık ve evrensel değerleri kavrayabilen bir hoca ile yapabiliriz. Hiç sanmıyorum ama federasyonun böyle bir hamlesi ülke futbolunu çok ilerilere taşıyacaktır. Çünkü bu potansiyel bizde mevcut. Ama hayır beklediğimiz yer çok daha kötü durumda olunca insanın bazı şeylere pek inanası da kalmıyor.

8 Ekim 2009 Perşembe

Yaşlılık Kötü Şey




Hıncal Uluç'un saha içindeki futboldan anlamadığı zaten bilinen birşey bunun hakkında yazmayacağım. Kendisinin Lig Tv hakkında yaptığı eleştirileri, federasyona yaptığı eleştirileri, Aziz Yıldırım'ın üstüne korkusuzca gitmesini her zaman takdir etmişimdir. Ancak iş saha içinde oynanan oyuna gelince maalesef olayları doğru anlayıp eleştirileri ona göre yapamıyor sayın Uluç. Rijkaard hakkında ''B'' planı yok eleştirileri yaparken aslında kendisinin bir ''B'' planı olmadığının farkında değil. İşler azıcık bozulunca bir Uluç karakteristiği olarak ortaya çıktı tekrardan.

Hıncal Uluç sene başında bazı düşünceler ortaya atar. Eğer takımı( Galatasaray, Ulusal takım vs.) iyi giderse çok sesi çıkmaz, çıkarsa da benim dediklerimi yaptılar ondan başarılı oldular der. Eğer başarılı olamazlarsa beni dinlemediler, hepsini yazdım, söyledim dilimde tüy bitti der. Neyse bunlar uzayacak konular biz geleleim geçen gün sayın Uluç'un yazdıklarına. Kelimesine dokunmadan ''Fotomaç'' gazetesine yaptığı yorumu aktarıyorum.

-Galatasaray, Alex'in görevini yapabilmek için Elano'yu getirdi ama Elano henüz bekleneni verebilmiş değil.

Oyun berabere giderken Elano'yu çıkartıp Mehmet Topal'ı sokuyor. Elano iyi oynamıyor ama Elano her an bir şey yapabilecek tipte bir adam. Brezilya Milli Takımı'nın oyuncusu, kurşun gibi şut atabiliyor, çok iyi çalım atabiliyor. Alex'in başka türlüsü. Mehmet Topal'ın hiçbir şey yapmayacağı belli, Mehmet Topal'ı, üçüncü ön liberoyu oyuna sokuyor. Ayhan'ı veya Mustafa Sarp'ı çıkarıp Topal'ı soksa onu anlarım. Hayır, üçüncü ön libero olarak oyuna sokuyor. 'Ben 0-0'a razıyım, böyle bağlayayım' der gibi. Artık Galatasaray'ın gol atması mucizelere kalmışken bu mucizeyi yapabilecek adamı çıkarıp, hiçbir şey yapamayacağını herkesin bildiği Mehmet Topal'ı sokuyor. Ondan sonra; 'Vay efendim, Rijkaard nasıl eleştirilirmiş!..' Rijkaard'ı ben yerden yere vururum. 90 dakikasına 90 eleştiri söylerim!..

-Alex'in en büyük özelliği kötü oynadığı karşılaşmalarda dahil maçı kurtaracak hareketler yapması herhalde...

Alex bir teknik direktör için en bela oyuncu. 80 dakika takımı 10 kişi bırakır. Yerine başka biri oynasa belki maçı 80. dakikaya kadar kazanabilirsin; 10 kişi oynamak zor günümüzde. Ama oynatmadığın zaman da bu sefer ne kendisinin, ne seyircinin tahammülü var. Çünkü adam her an bir şey yapabilir.

-Elano yeni geldiği günlerde, "M. City niye gönderdi, bir bakmak lazım!" demiştiniz ve Brezilyalı oyuncu halen beklenen futbolu ortaya koyamadı.

Bana gelen ilk haberler, 'Lincoln benzeri, geçimsiz bir adam' şeklindeydi. Galatasaray'da böyle bir şey yok şu anda ya da iyi gizliyorlar. Ama açık seçik belli Rijkaard, Elano'ya güvenmiyor. Elano'ya güvendiğini gösteren bir tavrı yok. İnsanlar da güvenmedikleri hocayla başarılı olamazlar. Ankaragücü maçı 0-0 devam ederken, Elano'yu çıkarıp, Mehmet Topal'ı alan hocaya kimse güvenmez. Ben de onun yerinde olsam güvenmem. Hani Galatasaray 1-0 galip olur da Elano'yu çıkarıp, Topal'ı alırsın. Onun bir mazereti var ama 0-0'ken Elano'yu çıkarıp, Mehmet Topal'ı alıyorsan Elano'ya 'Senden bir şey olmaz' demektir açık seçik.



Yukarıda kalın olarak gösterdiğim cümlelere dikkat lütfen. İşte eleştiri yapacağım derken insan kendini bu kadar alçaltabilir ancak. Bu kadar gerçeklerden uzaklaşabilir. Sayın Uluç maçlara gitmiyordu bir süredir, bunu biliyoruz zaten. Ancak artık maçları da izlemiyor sanırım. Oyundan çıkan Elano'nun yerine iddia ettiği gibi M.Topal değil Harry Kewell girmiştir. Yani ofansif bir oyuncu. Şimdi kendisi otursun, Rijkaard'ı ve taktiğini, yapmak istediklerini, ve kendi yazdıklarını bir daha düşünsün. Tabi amacı bu ise.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Beklenen Karar Geldi






Beklenen saçma karar açıklandı ve Ankaraspor küme düşürüldü. Bu güne kadar Ankaraspor ile oynayan takımların maçları 3-0 galibiyet olarak tescillendi. Bundan sonra her hafta bir takım bay olacak ve onlarda hükmen galip ilan edilecek. Tabi en saçma karar küçük Gökçek'in cezasının 6 aydan 3 aya indirilmesi oldu. Ayrıca Ankaragücü'ne de haerhangi bir ceza verme gereği duyulmadı.

Böyle saçma bir karar ancak Türkiye'de çıkabilirdi zaten. Herşeyi kendi lehine kullanan Ankaragücü bu işten ceza almadan sıyrıldı. Gerçekten inanılacak gibi değil. Federasyonu da kimlerin yönettiğini, kimlerin güdümünde olduğunu görmüş olduk. Ankaraspor'da kalan futbolcular da şimdi Ankaragücü'ne geçirilirse iyice gülerim artık.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Sıradaki...




Daha önce Galatasaray camiasının Fenerbahçe medyası karşısındaki 3 mağlubiyetinden bahsetmiştim şurada. Şu anki yeni hedefte tabi ki Elano Blumer oldu. Henüz 8. haftadan itibaren hafif hafif yara oluşturmak için kaşımaya başladı güzide! medyamız. Açıkçası çoğu Galatasaray taraftarının geçmişte bu oyunu yuttuğunu düşününce ilerisi için umutlu da olamıyorum. Acaba skor 4-0'a doğru mu gidiyor. Ancak her türlü hakaretlere ve sataşmalara hazır olarak yine oyuncumuzu koruyacağım ben burada ve çevremde. Ama ne ölçüde başarılı olabilirim bir başıma bilemiyorum. Bu sefer gelmeyelim bu oyuna, bu sefer gelmeyelim...

2 Ekim 2009 Cuma

Michael Eneramo



Adı: Michael Eneramo

Mevki: Forvet

Yaş: 23

Boy: 1.91

Oynadığı kulüp: Esperance Tunis ( Tunus )



Tunus liginin altını üstüne getiren bir oyuncu. Suudi arabistan liginde de oynamışlığı var. Çok methedilen yazılar okudum kendisi ile ilgili. Nijerya ulusal takımına da seçildi burada gösterdiği performansla. Keita'nın da geçmişte buralardan yükseldiğini düşünürsek düşünülmesi gereken bir isim. Üstelik sözleşmesi bu sezon sonu sona eriyormuş.

1 Ekim 2009 Perşembe

Şampiyonlar Ligi'nde Nevizade Geceleri

Arsenal-Olympiakos maçında Yunan Taraftarlar deplasmanda takımlarına çok güzel destek verdiler. Oyun ve sonuç istedikleri gibi olmasa da Şampiyonlar ligi gecesinden akılda kalan Nevizade Geceleri tezahüratları oldu. Tabi şarkının orjinal bestesi Yunan ezgisi Milise Mou'ya ait. Olympiakos ile Galatasaray kardeş takım bildiğiniz gibi. Kardeş takım dediğin de böyle olur gerçekten. :)