1 Mart 2010 Pazartesi

1 Mart Üsküdar Vapuru Faciası







1 Mart 1958. Türkiye denizcilik tarihinin en büyük sivil kazasının yaşandığı tarih. İzmit iskelesinden kalkan Üsküdar vapuru sonraki durağı olan Gölcük'e varamadan batıyor ve ortaya çok büyük bir facia çıkıyordu. Benim yengem iki kardeşini bu facia da kaybetmiş. Zaten o dönem de her evin önünden bir cenaze kalkmış Gölcük'te, Değirmendere'de ve Karamürsel'de. Bu ilçelerde bir lise bulunmadığından buradaki öğrenciler lise eğitimi için İzmit'e gidiyorlarmış. Tabi İzmit'e ulaşımın en kolay yolu da deniz. O zamanlar kara ulaşımı bu kadar gelişkin değil. Üstelik günümüz şartlarında bile hala körfezi denizden geçmek hem daha kolay hem daha rahat. İzmit Sanat Enstitüsü, İzmit lisesi, İzmit Kız Sanat Enstitüsü gibi çeşitli okullarda okuyan öğrenciler bu yolla ulaşımını sağlarmış. O zamanlar cumartesi günleri yarım gün eğitim olduğundan yine 1 Mart 1958 günü okullarına gitmişler. Ancak ne olduysa dönüş yolunda olmuş.

Saat 12:30'da kalkan vapur kimisine göre haddinden fazla yolcu aldığı için batıyor, kimisine göre bir anda çok değişen hava koşullarından dolayı alabora oluyordu. Kazadan az sayıda kurtulan kişilerden olan Hikmet Ağaçkoparan olayı şöyle anlatıyor;

O tarihte ben, İzmit Sanat Enstitüsü’ne gidiyordum. Okul o zaman da bu günkü yerindeydi. 3. sınıfa gidiyordum. 

Değirmendere İzmit arasını vapurla gidip gelirdik. Kara yolu bu kadar güzel değildi o zamanlar ve kara yolu ulaşımı daha kısıtlıydı. 1 Mart 1958 cumartesi gününe rastlamıştı. O zamanlar cumartesi yarım gün okul vardı. Hafta sonu olduğu için İstiklal Marşı merasimi sonrasında, müdür muavini konuşma yapardı. O gün konuşma biraz uzun sürdü. Vapur 12.30 da kalkıyor, saat 12.00 da çıkmamız gerekirken 12.15 te serbest bıraktılar. Bir fırtına başladı ki inanılmaz. Demiryolu boyunca koşa koşa gidiyorum, ağaçlar devrilecek gibi… Vapur iskelesine vardığımda vapur insanların binmesi için iskeleye uzatılan küçük iskeleyi almış, halatları çözmüş gidiyordu. İskeleye 7 dakika erken gelmeme rağmen vapur kalkması gereken saatten 7 dakika erken kalkmıştı. Fırtına çıkıyor diye… Bindik vapura gayet normaldi. Biliyorsunuz, O zaman buharlıydı “çaf çuf çaf çuf “ sesler arasında 72 numara Üsküdar vapuru… Ve vapur hareket etti. Ben alt katta oturuyordum. Seka’nın önlerine gelmiştik. Şangır şungur alt katın camları kırılmaya başladı, üst kata çıktım. 

O gün beden eğitimi dersi olduğu için çantamda eşofmanlarım ve ayakkabılarım vardı. Millette ve arkadaşlarımda bir telaş başladı. Can yeleklerini almaya çalışıyorlar, koşuyorlar. Bense gayet sakin ve soğukkanlıydım. O zaman çok zayıf sportif bir yapım vardı. Kendi kendime niye acele ediyorlar bunlar falan diye düşündüm. Biletçi Kamil vardı , ”korkmayın birşey olmaz yavaş yavaş gideceğiz böyle” dedi. Kaptan köşkünden çan sesi geldi “çan çan çan”… Ve gemi aniden sol tarafa doğru yatmaya başladı. Yukarıdan bir gürültü koptu. Kaptan köşkü kopmuştu. Kaptan köşkü kaptanla birlikte denize uçtu. Gemi idaresiz kalınca dümen sol tarafa döndü, sol tarafa doğru battı. Sürgülü bir kapı vardı dışarıya açılan, sağa çekersen kapanıyor sola çekersen açılıyor. Gemi sola yatınca kapı açıldı, ardından içeriye sular doldu.


Dünya önce masmavi sonra yeşil oldu, kahverengiye döndü ve simsiyah oldu. Geminin dibe oturduğunu hissettim. O anı çok iyi hatırlıyorum. Ciğerlerimin patlayacak gibi olmuştu. Oradan nasıl olduysa Allah’ın hikmeti o kapıdan daldım, yukarı çıktım yukarısı kaptan köşkü orası uçmuş açık… Oradan suyun üstüne çıktım ama suyun üzerine çıkarken hani bir denizaltıdan füzeatarsın ya, aynı o şekilde roket gibi denizin üzerine fırladım. Ayaklarımın denizden kesildiğini hissedecek kadar son sürat çıktım. Burnumdan ve kulaklarımdan kan geldiğini hissettim, yüksek basınç sebebiyle… Sonra poff diye denizin içine düştüm. Sağa sola baktım denizin üstü insan doluydu. Deniz öyle bir çalkantılı ki bir bakıyorsun Kavaklıyı görüyorsun biraz sonra Seka’nın arkasındaki dağları görüyorsun, tam bir can pazarı.30 metre kadar ileride kaptan köşkünün parçasını gördüm. Üstünde aletler vardı, karmakarışık yüzerek üstüne çıktım. Gölcük’ten aynı okula gelen Nuri adında bir arkadaş vardı. Yine okuldan Turgut ve Çiğdem isimli arkadaşlarda oradaydı. Çiğdem bir süre sonra kendini denize attı, herhalde soğuktan donmuştu. Turgut’ta Çiğdem diye bağırarak O’nun arkasından kendini denize attı. Gözümün önünde oldu ve sonradan bulunan cesetlerde bile ikisi de çıkmadı. Bir ara kaptanı gördüm, yüzerek kaptan köşküne giderken… Sizi kurtaracaklar, hiç merak etmeyin birşey yok battık işte falan dediğini hatırlıyorum. Kaptan köşkünün üzerine tırmandığımda kolumdaki saate baktım 12.59 da durmuştu. Uzaktan bir karaltı gördüm, denizaltı silueti olduğunu anlamam uzun sürmedi. Uyandığımda geminin içindeydim. Astsubaylar bana çay veriyordu. Halat atarak beni gemiye almışlar hiç hatırlamıyorum. Saat 17.30 gibi olmuş. Denizaltı iskelesinde geminin içinde uyandığımda çalışan makinelerin gürültüsünü hatırlıyorum. Titreyerek uyandım. Ne oldu bize diye soruyordum etrafımdakilere. Yazışmalar, zapıtlar gereken her şey bittikten sonra evdekiler beni teslim aldı.

Tekrar okula gittiğimde okuldan 38 kişinin kayıp olduğunu öğrendim. Sınıfın yarısı boştu. Sonrasında vapurlar değişti. İstinye, Beylerbeyi, Yeniköy falan geldi Çocuğu ölen bir aile beni görünce ben yolumu değiştiriyordum, hep bana soruyorlardı. Oğlum nerde, kızım nerde? Takip eden günler daha da kötüydü. Okula neredeyse her gün polis, savcı gelip bulunan cesetlerin teşhisi için beni götürmeye başladı. Devlet hastanesine birkaç kere gittim ceset teşhis etmeye. Onları gördükçe daha da moralim bozuldu. Bu ceset teşhis etme işi okulu bırakmama sebep oldu. O günlerde Gölcük ve Değirmendere’de her evin önünden bir, bazılarından iki cenaze kalkıyordu. Cenazesini bulup kaldıranlar da mutluydu üstelik… Uzunca bir süre hayat normale dönmedi. Arama taramalar sürerken kimse körfezden balık yemiyordu. Yaklaşık bir ay sonra askeri gemiler Üsküdar Vapuru’nun enkazını çıkarttı. Bulunamayan cesetlerin bir kısmı da enkazın içinden çıktı.-Sinir sistemim bozuldu, başkasının kullandığı araca hala binemem. Bu yüzden olduğunu düşünüyorum, motorsiklet kullanmayı çok severim. Rahmetli ağabeyim beni çok doktora götürdü. Bütün doktorlarda kendi kullandığı araca binsin doğayla iç içe olsun tavsiyelerinde bulundular. Hala iki tane motorum var, beni çok rahatlattığını hissediyorum. Denizaltılara merak saldım, Tersaneye işe girdim. Orada çalıştım o gemilerde hizmetler verdim. Çok da başarılı oldum takdirnameler aldım. Hayatımı kurtaranın bir denizaltı ve askeri personel olması benim denizaltılara olan ilgimi ve askeri personele sevgimi arttırmıştı Tersanede çalıştığım sürece askeri personel ile çok iyi ilişkilerim oldu. Askere gitmek için ayrıldım ve askerden sonra tekrar iş başı yaptım, iki kez daha takdirname aldım. Bir süre sonra Tersane’den ayrıldım ama Tersane’den ayrıldığıma hala pişmanım.

Ölü sayısının kimine göre 300 kimine göre 500, devlete göre 100 küsür olduğu büyük bir faciadır Üsküdar. Ancak hatırlanmayan ve unutulan bir acıdır aynı zamanda. Amerikan filmlerindeki gemi kazalarından haberdar olanların bilmediği faciadır Üsküdar. Çünkü ne doğru dürüst bir belgesi, ne de doğru dürüst bir belgeseli olmayan faciadır. Ancak olayı yaşayanlardan veya görenlerden duyabileceğiniz hikayeleri vardır.

Bu faciadan sonra Gölcük'te Barbaros Hayrettin Lisesi kurulmuş ve öğrenciler eğitimlerine burada devam etmişlerdir. Ben de öyle tabi. Ancak kader 1999 yılında bu sefer karadan gelerek aynı okulun bir çok öğrencisini yine alıp götürmüştür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder